Dec 20, 2013

amcalar üzerine denemeler-I

Bugün birçok kez defterlerime yazmak zorunda kaldığım bir tarih bu, 19 Aralık 2013. Ve şimdi de sana yazıyorum, upuzun bir aradan sonra.
Hayal dünyası insanın, insanların... Garip şey. Her şey orada kurgulandığı gibi kalsa pek iyi ama üzücü ki çoğu zaman bu mümkün değil. Belki orada yaratılan bir karakter gerçek dünyada da yaşıyor ama ara ki bulasın! Zaten gerçeklikle hayalin arasındaki amansız ayrım değil mi her derdin başı? Hayallerde her şey ne güzel oysa. Orada yaşamaya çalışınca deli oluyorsun ama deli olmanın bile güzel bi' yani var çoğu zaman.

Dün SahneHâl'de Örümcek Kadının Öpücüğü'nü izledikten sonra yurda gelip günlüğüme yazdıklarım bunlar. Her hareketinin beni herhangi bir şeyden çok daha fazla irite ettiği oda arkadaşımın o an odada bulunuyor olması dolayısıyla, kafamı toparlayıp doğru düzgün yazamamışım aklımdakileri/hissettiklerimi. 

Başa dönelim. Oyundan sonra uzun zamandır görmezden gelmeye çalıştığım yakın bi' arkadaşımla yürüyorduk. Görmezden geliyordum çünkü saçma sapan davranmıştı ve insanoğlu, her zaman saçma sapan davranılmayı hakketmediğini düşünecek kadar kendini beğenmiş olmuştur! Öyleydim. Ve bana hakketmediğim şekilde davrandığı için kolayca itelemiştim onu uzağa, dışarıya olmasını umarak.
İnsanlar bazen gözümü döndürüyor.
Kırgınlıktan mı öfkeden mi, 
o kadar kestiremiyorum ki.
Neyse, sonuç olarak takıldı kaldı bir yerlerinde, tamamen çıkmasını umduğum hayatımın. Sonrası, zaman zaman ve zaman. Bir boka yaramayan.
Soğukta titreyerek yürüyorduk. Öylesine bir şeylerden bahsediyorduk. Bahsedilmesi gereken tonla şey varken, iki yakın arkadaşın "öylesine" şeylerden bahsetmesi bazen içlerinden birini çok fazla yaralayabiliyor.
Duvara çok güzel kafalar atmak istiyorum.

Şimdi de, yazının başına dönelim. O an yazdıklarım, yol boyunca başka şeylerle birlikte kafamın içinde dönüp durmuş şeylerin alelade ve saçma bir ruh haliyle kağıda dökülmüş haliydi sadece. Bir oyun izliyorsun, bir karakter -dolayısıyla oyuncu- öyle kendisine hayran bırakıyor ki... İşte aynı onun o halinin oyunda kalması gibi, kafandaki şeyler de. Böyle düşününce bayağı üzücü oluyor.
Epey uzun süredir bir şey böyle hissettirmemişti yine de. Molina'nın, Oğuz Utku Güneş'in oyuna dokunuşuyla Göktay Tosun'un yarattığı Molina'nın gerçek olmasını öylesine delice istedim ki... 
Kıssadan Hisse: KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN, BU OYUNA GİDİN.

Şimdi de başka -ve evet, yine üzücü cvlkbj- bir şeye geçeceğim: Philip Toledano'nun Days With My Father çalışması (üzerine tıklamakta serbestsiniz). Annesi öldükten sonra kısa süreli hafıza kaybına sahip olan babasıyla geçirdiği üç yılın fotoğraf karelerine yansıyışı. Buna, "çalışma" veya "proje" demek sinir bozucu aslında. Baban o senin! Şaka maka, bununla ilgili bir şey cidden yazamayacağım; zira aşırı üzülmekle meşgulüm.

 

Yıllar geçtikçe insanlar büyüyor, ben ise sadece üzülüyorum. Bende bayağı bir şeyler yanlış galiba ya. Neyse, şimdi birazcık gülmeli şeyler anlatıcam. Uzun zamandır burada bunu yapmıyorum. Ayrıca uzun zamandır sohbet havası*nda da yazmıyordum, iyi oldu.
*dünyanın en manasız şeyi gibi durdu bunu böyle söyleyince. o kadar manasız ki, neredeyse güleceğim.

Geçen gün İzel, aldığı radikal kararlar doğrultusunda yılbaşından sonra balık dışında et yemeyeceğini arkadaş grubumuza duyurmuş bulundu. Bizce zaten olay "nah yemez!"den ibaret ama asıl, bugün feribotta kafamı Enis Batur'un Kara Mizah Antolojisi'ne gömmüşken çaktırmadan dinlediğim, karşımda oturan iki amcanın diyaloğu "İzel neden et yemeli?" sorusuna harika bir cevap! Görelim:

EtSevdalısıAmca1: Yalan ya yalan! Ot yemekle et yemek bir olur mu? Hepsi yalan, insanları kandırıyorlar. Bizim bi' restorancı abimiz vardı, "Bi' parça et, bütün otlara bedeldir!" derdi. Öyle tabii. Mesela dana neyle besleniyo? Otla. Bütün yağlar da onda! Hiç yağlı, şişko aslan gördün mü? Göremezsin. Çünkü aslan et yiyo!
EtSevdalısıAmca2: Evet evet, öyle. Ben 82 yaşındayım, daha bi' tane aspirin almadım, çünkü hep et yedim!!!

Peki ben? 
Bu yaşıma kadar hep etten kaçtım, kurban bayramlarında ölü taklidi yaptım, zorla ağzıma tıkıştırılan etli yemekleri azami miktarda tükettim, onları bile yeri geldi sindirmeden sistemimden attım! Her "Tadından nefret etsem de artık balık yiyyycem!" sözünü verişimde ıspanağa, lahanaya daha çok sarıldım. Sonunda da böyle adından başka her şeyi hatırlamakta güçlük çeken, ota boka üzülen bi' insan oldum çıktım. ÇOK ÜZGÜNÜM AMCALAR, beni affedebilecek misiniz?

3 comments:

Neşe said...

yine davar gibi yazdım, mutluyum. kkkkkk.

Sam Scarlet said...

amcalara bayıldım ve onlarla aynı fikirdeyim!

Neşe said...

amcalar......... amcalarım!