Jan 21, 2020

mutsuzluktan uyuyamıyorum.

Jan 7, 2020

burnum akıyo

saat neredeyse sabahın 6'sı. dead poet's society'i tekrar izledim. ilk izlediğimde sanırım liseye gidiyordum, on küsür yıl olmuş. 
kalbimi çok kırdı bu defa. 
ama kalbimi kıran neil mı yoksa robin williams'ı aşırı özlemem mi bilemiyorum. 
çocukken robin williams babammış gibi geliyordu.
neyse, ağlamak iyi geldi.

Jan 4, 2020

buraya bir takım karışık duygular bırakıyorum.

An itibariyle 26 yıldır buradayım.

Kendimi anlama ve anlamlandırma serüvenimin yirmi yedinci yılının içerisinde bir takım inişler çıkışlar yaşamaya devam ediyorum. Bu yirmi altı yılın uzunca bir kısmında hep en doğrusunu yapmaya çalıştım. Sadece kendim için değil -hatta çoğu zaman kendim için değil- olayların tüm aktörleri için, o anki zamanın gerekleri ve şartları çerçevesinde... Bu gayretim neticesinde çok güzel yanlışlamalarım, büyük sıçışlarım oldu. Kimileri beni tepetaklak edecek kadar kuvvetli duygular doğuran, çok fazla güzel şeyi kaçırmama/kaybetmeme neden olan bir sürü şey, öylece yaşandı ve bitti. Bir kısmı tabii kendi içimde yaşanmaya/yaşamaya devam etti. 

En nihayetinde her şey ama her şey, beni çok uzun zaman önce (belki on yıl önce) buraya yazdığım bir şeyi düşünmeye itti: "Ne zaman "daha kötüsü olamaz, daha fazlasını kaldıramam" desem, hep daha kötüsü oluyor ve bir şekilde kaldırıyorum işte.

Beni kahreden her olayın sonrasında bir şeyler kulağıma "işte tam olarak bu kadar güçlüsün" diye fısıldadı sanki ve canım acısa da yeniden ayaklandım. Fısıldadı diye romantize ediyorum şu an ama hayat bunu kafama vura vura öğretti adeta (Çünkü ben laf dinlemeyen ve yalnızca kendi kafasının dikine giden bir kız çocuğuyum.). Sonra çocukluk mottom olan 'deneyebildiğin kadar şey dene, öyle öl!'ün yanına 'ölmediğimiz sürece sıkıntı yok.' eklendi. Kendimi insan olarak kabullendim, tüm hata yapabilme kabiliyetim ile birlikte. Herkesi insan olarak kabullendim, tüm hata yapabilme kabiliyetleri ile birlikte. Affedebilmeyi öğrendim. Af dilemeyi öğrendim. Ve daha bir sürü şey.

Ortaokulda en yakın arkadaşlarımdan biri, bir tartışmamız üzerine "Bu tavrın beni üzdü ama sonra tepkilerinin yalnızca en sevdiğin insanlara karşı çok sert olduğunu hatırladım. Çünkü birine değer verdiğin ölçüde seni üzmesine izin veriyorsun." derken aşırı haklıydı ama bilmediği bir şey vardı: Ben bu hayatta en çok kendimi cezalandırdım. En sert eleştirilerimi de, suçlamalarımı da kendime yönelttim. İnsanların hakkımda ne düşündükleri ise en fazla bir merak unsuru olabildi benim için. Ben kendi hakkımda ne düşünüyorum, kendimi nasıl görüyorum kısmı öyle değildi ama. Benliğimin en koyu, en karanlık kısmı işte tam olarak burası. Kendim olmaktan öyle garip bir haz duyuyorum ki, ölmeyi arzuladığım bir an içerisindeyken bile bir gün öleceğim fikri beni mutsuz ediyor.

Peki ben şimdi bu yazıyı neden yazıyorum? 
Bu bir, geçmişin hayaletleri ile vedalaşma mektubu. Daha fazla kim bana ne yaşattı, ben kime ne yaşattım ve olaylar nasıl bu hale geldi diye düşünmek istemiyorum. Çünkü inanın yolun başındayken niyetim hiçbir zaman hiçbirinizin mutsuzluğuna sebep olmak değildi. Kendimi daha fazla kahroluşlarınızın sebebi bir canavar olarak görmek istemiyorum, duygusal boşluk anlarımda. Hepinizin keyfi yerindedir umarım.

Hoçça ğalın,
valla biriniz hariç hepiniz güzel insanlardınız.