Çocukken, annem ve babam çalıştığı için bazen bir iki haftalığına anneannemlerde kalmam gerekebiliyordu. Bu birkaç haftalık süreçlerin ilk günlerinde hep çok garip hissederdim. Annemin ve babamın yokluğuna alışmam, anneannemlerin evinin düzenine ayak uydurmam gerekirdi çünkü. Kaldı ki öyle anne ve babasına çok bağlı bir çocuk da değildim ve anneannemle dedemi dünyadaki herkesten çok seviyordum. Tam yeni düzene ayak uydurmuşken ise eve geri dönmem gerekirdi ve bu defa, tersine fakat aynı şekilde işleyen bir süreç baş gösterirdi: Şimdi de anneannem ve dedemin yokluğuna alışmam, onları özlememeye çalışmam ve artık neredeyse yabancılaştığım evime yeniden adapte olmam gerekirdi.
Aslında şu an buraya, bunlardan çok daha farklı şeyler yazmayı hesap etmiştim bütün hafta. Şu sıralar en sevdiğim dizi haline gelen Newsroom ile ilgili yazılacak bir ton şey vardı mesela aklımda. Ama işte, yarın İstanbul'a dönüyorum ve her ne kadar hâlâ anne babasıyla ilişkilerini oturtamamış ve Bursa'dan nefret eden bir çocuk olsam da, oops, çocuk dedim ve şu an yanlışlıkla yazdığım bu kelimeyi silmek istemiyorum. Evet, her ne kadar Bursa'dan ve insanlarından nefret eden İstanbul'a aşık 175lik bi' çocuk olsam da yeni düzen, her zaman bana garip hissettiriyor. Belki de bu yüzden her zaman bavul hazırlama işini son dakikaya erteliyorum. Bavul hazırlamak, şu an içinde bulunduğun düzenle ilgili değil çünkü ve ben -sanırım- içinde bulunduğum düzenin son ana kadar tadını çıkartmak istiyorum. Ya da sadece üşengecimdir ve üşengeçliğime fazla anlam yüklüyorumdur.
Her ne kadar -kendimi deli gibi zorlamama rağmen- annemi ve babamı -özellikle babamı- yeteri kadar sevemediğimi düşünsem de özleyeceğimi bilmek, canımı sıkıyor. Bunun tam olarak ifadesi "can sıkmak" da değil aslında, adlandıramadığım bir şey hissediyorum. Öte yandan buradan gitmek, anneannem ve dedemi de göremeyeceğim anlamına geliyor ve işte bu, asıl ölüm gibi olan. Bu yaz bu şekilde hissedeceğimin farkında olarak Bursa'da geçirdiğim zaman aralığında onlara daha çok zaman ayırmaya çalıştım ve bakalım ne oldu: Onlarda kaldığım ilk gece, yaşlanıyor oldukları için ağlamaktan uyuyamadım ve ertesi gün kuzenimi davet ettim.
Öte yandan büyüdükçe -gerçi artık yaşlandıkça demem lazım sanırım, zira yaşım yirmi oldu olacak- zaman ve ölüm kavramlarının daha da netlik kazanıyor oluşu canımı sıkıyor. Bu yaz Bulgaristan'a tatil için gitmiştik aslında ama gitmişken anneannemin ablasının ve annesinin mezarlarına da uğradık. İkisini de sadece bir iki kere, çocukken görmüştüm. Buna rağmen anneannemle ilgili olan her şeyi sevdiğim gibi, onları da seviyordum ama bu, sadece anneannemle ilgili olmasıyla ve çocukların çoğu zaman sorgulamadan sevmesiyle sınırlı bir şey de değildi. Oldukça az olmalarına rağmen güzel şeyler hatırlıyorum onlara dair. Bölünmüş ailelerin en kötü yanı bu. Bir aradayken belki çok güzel şeyler yaşayabilecekken, aralarındaki kilometreler yüzünden hep biraz eksik yaşıyorlar. Anca bayramda, tatilde vesaire görüşebiliyorlar ve ondan da genelde bir şey anlamıyor zaten insan. N'aber, nasılsın derken geri dönme vakti geliyor. Çoğu akrabamı tanımıyorum mesela ben. Çoğunu hiç görmedim. Akraba kavramı benim için anne, baba, anneanne, dede ve biraz daha fazlasından ibaret. Neyse, çok dağıttım konuyu, toparliyim. Varna'dan, annemin teyzesinden dönerken de çocukken ve şu anda da hissettiğim o garip his vardı. Onu da en son 8,9 yaşımdayken görmüştüm ve belki de bu son görüşümdü. Ben böyle bir iki kere görmeme rağmen özlüyor ve ölümlerini zor kabulleniyorsam; sırf ben doğdum diye Türkiye'ye gelmek zorunda kalmış anneannem ve dedemi düşünemiyorum.
İnsanoğlu her şeye alışıyor tabii ama o alışma süreci...
Her neyse, depresif olmak insana bir şey kazandırmıyor; gideyim de hâlâ kendi başına toparlanmayı öğrenemeyen bavulumu hazırlayayım.
İnsanlar mutfak robotunu keşfedeceklerine, kendi kendine hazırlanan bavulu keşfetselermiş keşke.
PS: Tuçi ve İzot'un sigaralarını yakmak bahanesiyle aldığım kurukafalı çakmağın "Ehehe bakın nası da yanıoağğ!" diye millete gösterirken gazını bitirdiğim için çok mutsuzum. Doldurtunca tekrar mutlu bi' çocuk olcam.
PS: Tuçi ve İzot'un sigaralarını yakmak bahanesiyle aldığım kurukafalı çakmağın "Ehehe bakın nası da yanıoağğ!" diye millete gösterirken gazını bitirdiğim için çok mutsuzum. Doldurtunca tekrar mutlu bi' çocuk olcam.