Jun 1, 2011

Kumral Ada~Mavi Tuna.

Öncelikle bu yazıyı okumaya yeltendiyseniz eğer bilmenizi isterim ki, biraz sonra yazacaklarım tamamen kendi görüşlerim. Kitabı okumayanların beklentilerini şimdiden yükseltmek istemem. Hele hele ben beklentilerinizi tavan yaptırdıktan sonra gidip kitabı okumanızı ve "Ee yani şimdi? Bu kızın bu kadar öyle abarta abarta anlattığı kitap bu muymuş?" demenizi hiç istemem, bilginize. 

Adından da anlaşılacağı üzre Tuna ve Ada adlı iki karakter üzerinden yürüyen bir kitap bu. Daha doğrusu Tuna'nın Ada'ya olan tek taraflı aşkı üzerinden yürüyen... Aslında ben aşk diye nitelemek istemiyorum aralarındaki ilişkiyi. Daha çok Tuna'nın Ada'ya olan hayranlığı. Tabi, bu kadar basite de indirgememek lazım. Bir de Tuna'nın kendi iç çatışmalarına bolca yer veriliyor kitapta. Hatta Tuna'nın içinde başlayan bu savaş, gün geliyor büyüyor ve bu defa o Tuna'yı içine almaya başlıyor.

Şimdi, ben bu kitapta bu kadar ilgi çekici ne buldum sorusuna gelirsek eğer... Açıkçası daha önce hiç bu tarz bir kitap okumamıştım. Bu tarz -bence- aşırı duygusal roman ve filmlerin beni aştığını düşünmüşümdür hep. Hayır fazla sulu gözlü olduğumdan da değil aslında. Ben genelde bir kitabı okurken daha sonunda ne olacağını bilmeden kendimi bir karakterle özdeşleştiririm. O kötü bir olay yaşayınca da bu psikolojik olarak beni de etkiler farkında olmadan. (Hatta birisi -kimdi hatırlamıyorum- "Sen kitapları okumuyorsun, resmen yaşıyorsun." demişti -ki sanırım haklıydı) İşte bu yüzden öyle romantik denebilecek kitapları okumayı pek sevmiyorum. İçlerinde kendime yakın bir şey/birini bulamıyorum. Dahası bulacak olsam bile, kesin üzülen tarafı seçerim ben. Sonra da ver elini depresyon... (Abartmayı da seviyorum. Depresyona sokacak kadar da uzun boylu değil tabi.) 

Aslına bakarsanız bu kitapta bana dair hiçbir şey yok. Kendi karakterimle özdeşleştirebileceğim biri de... Anlatılanların bir kısmının gerçek oluşundan mı, yoksa yazarın şahane üslubundan mı etkilendim, bilemiyorum açıkçası. Hani deseniz yazarı çok seviyorsundur ondan okuyorsun diye ama o da değil; zira Buket Uzuner'i ilk defa okuyorum. (Başka bir kitabını da -önerilmedikçe veya yine böyle denk gelmedikçe- okumayı düşünmüyorum açıkçası.) Sadece yıllardır annemin kitaplığında duran bir kitaptı ve annemin kitapları bana hep itici gelmiştir -nedendir bilinmez-, hem de aralarında harika kitaplar da olmasına rağmen. Bu yüzden de çok geç* keşfettim bu kitabı. 
(*)Bkz: Elimdeki, 3.basım 97'den kalma.
Hoş daha önce okusaydım bu kadar hoşuma gider miydi, onu da bilmiyorum.
Kitapta hoşuma giden birkaç nokta var -ki bu kitaptan kopmamamı sağlayan şeyler sanırım bunlar.
Birincisi Mabel çiklet. Kitapta oldukça sık geçiyor ve bana çocukluğumu anımsatıyor fazlaca. Hatta kitabı okumaya başladığımda çıkıp dükkan dükkan Mabel arayasım gelmişti. İkincisi, Tuna. Bir erkeğin bu kadar narin ve hayalperest olabileceğine asla inanmasam da sanırım böyle birinin varlığına inanmayı da yine en çok ben istiyorum. (Ha, ayrıca "benmerkezcil" de değil, bu da büyük etken Tuna'yı sevmem de.) Üçüncüsü de, yazarın kronolojik sıra gözetmemesi. Ama olaylar sırasıyla olmasa da kafanız karışmıyor. Bir de sanırım Tuna'nın kendi kendine düşündüğü o deli saçması şeyleri seviyorum. Böyle onu karşıma alıp saatlerce konuşturasım geliyor. Gerçek olmadığı için üzülüyorum bile aslına bakarsanız.

Bu uzuuuun yazımı sıkılmayıp buraya kadar okuduysanız sizi tebrik ediyorum şu an. Ve de internette bi' şey okumuştum, onu yazmam lazım son olarak. Buket Uzuner'e "Ada siz misiniz?" diye sorduklarında "Hayır, ben Tuna'yım." demiş -ki bu cevabı benim çok hoşuma gitti. Hâlâ bir kadın olarak olayları Tuna'nın ağzından nasıl böyle etkileyici anlatabiliyor, anlayabilmiş değilim zaten.

Ayrıca hazır kitaplara gelmişken konu; benim çoğu kişiye saçma gelebilecek bir özelliğim var, onu da deşifre edeyim. Okuduğum bir kitabın illa açar sonuna bakarım. "E o zaman ne heyecanı kalır karrşim?" diyenleri şimdiden duyabiliyorum. Ben de açıp son 20 sayfayı okumuyorum zaten. Merakımı körükleyecek kısa kısa paragraflar halinde göz gezdiriyorum sadece. Tamam, kabul. Bu, bazı şeyleri önceden öğrenmeme neden oluyor ama yine de merakımı azaltmak yerine daha çok meraklandırıyor beni nedense.

Kitabı da okumayan kalmasın diyerek son abartımı yapıyor ve bu öküz kadar uzun yazımı okuduğunuz için sizleri bu şarkıyla ödüllendiriyorum. Neşe'li günler, geceler, haftalar, aylar, yıllar...


"(...) Kız kuzeni görenler onun güzelliğinden hemen etkilenir ve ona övgüler yağdırırdı. Bu sırada eli ayağına dolaşan ve nereye koyacağını bir türlü bilemediği güzelliğiyle çaresiz kalan zavallı kız kuzeni yalnız bırakan Ada beni yakalar, kendinden emin ve o şahane sesinde küçük ürpertilerle fısıldardı:
"Sen de onu çok güzel buluyor musun Mabelciim?"
Böyle bir şeyi nasıl olup da düşünebildiğine şaşkınlıktan ağzım açık kalır, herkesin duyacağı biçimde bağırırdım:
"Bence sen dünyadan bile güzelsin Ada!" (Ertesi yıl evreni öğrenecek ve "evrenden bile güzel" olduğunu söyleyecektim.) (...)"

4 comments:

pınar said...

Buket Uzunerin iki yeşil su samuru ve gelibolu diye iki kitabını daha okumuştum ben onlarıda okumanı tavsiye ederim.Özellikle Gelibolu yu.Değişik bi tarzı var yazarın.Kitapları okuyosun kafanda kurgusunu yapıyosun, sonunda başında kurguladığın herşey altüst oluyor.Biraz çok uzattım sanırım.Hemen şunuda söyleyip gidiyorum:)Kitapları yaşamak ve sonlarını önceden birazcık okumak konusunda yalnız değilsin:)

Neşe said...

iki yeşil su samuru'nu da duymuştum evet:) o zaman bu iki kitap da aklımda bulunsun, çok sağ ol:)

yamesin said...

Mimlendin tatlim:)

Neşe said...

teşekkürler:*