Jun 20, 2011

Sıkılmaktan sıkıldım.

Son yazımdan da anlaşılabileceği üzre birkaç saat önce ciddi anlamda çok sıkılıyordum. Ama artık hava hafiften kararmaya başladığında resmen patlamak üzereydim. Ben de kalk kızım ya hiç yoktan hava alırsın diyerek kalktım. (Ayrıca, çok daha iyi cümlelerim olmuştu.) Babama bir adet "ben gidiyorum" selamı çaktıktan sonra ayakkabılarımı da alıp çıktım. Asansör de bizim kattaymış. Bu defa da "heh şimdi biri çağırırsa bekle dur" mantığım devreye girdi. Ben de ayakkabılarımı giymeden yalınayak (Bunlar birleşik yazılmıyor muydu? Altı kırmızı tırtıklı çizgi oldu da.) asansöre bindim. Apartmanın önünde beni ayakkabı giyerken görenler ne düşündü bilmiyorum ama çıplak ayakla dolaşmak çok çok çok güzel. Ve ben de pis kızın tekiyim bu durumda. Neyse. Çıktım, ama gidecek bir yer bulamadım. Bir süre dolandım öylesine. Ama saat akşamın 9 buçuğu. Ve yaşadığım yer it kopuk dolu. Sonra anneanneme gitmeye karar verdim. Tam onların sokaktan geçerken de minibüs denk geldi ve ben artık ne kadar sıkıldıysam minibüsü durdurdum. Sonra da "bir dakika abi" işareti yapıp önünden geçtim gittim. Adam da bayağı bineceğim falan sanıp kapıyı açmıştı halbuki. Buradan da sana özürlerimi ileteyim çok sevgili minibüs şoförü ama eğer arkamdan küfür ettiysen özür falan dilemem, bilmiş ol. Her neyse. Tam ben gittiğimde anneannemler de -ki anneannemler ifadesi o an itibari ile annem kuzenim ve anneannemden oluşmaktaydı.- bize gelmiş farklı yoldan. Dedem vardı. Ben de onu kaptım. Anneme de "Biz Hawaii'ye gidiyoruz. Bizi sakın aramayın. Peşimizden de gelmeye kalkmayın." diye mesaj atıp telefonumu kapattım. (Ne kadar sıkılmışım artık siz de anlamışsınızdır.) Dedemi de tembihledim ararsa açmayacaktı. Sonra dondurmacıya gidip limonlu dondurma aldık. Ve ben biraz meraktan biraz da sıkıntıdan telefonumu açtım. Tam o anda arkadaşım aradı. Kendisi konserdeydi ve bana "ne kadar çok eğlendiğini" göstermek için Iron Maiden dinletiyordu. Ben de dinlemedim ve telefonu da kapatmadım "bütün kontörleri bitsin" mantığıyla. Sonra da eve geldik. Annem nerdeydiniz yahu dediğinde de "Dedem bana Hawaii'de limonlu dondurma ısmarladı, çatlayın." dedim. Anneannem de "Aman çok kıskandık." diyerek beni bir kez daha morarttı. Bu aralar ailedeki herkes anlaşmış gibi bana laf sokuyor zaten. Ayrıca anneannemin de parmağı kesildi ve kırıldı. İkisini aynı anda nasıl başardığını sorduğumdaysa "ne güzel de oldu" cevabını veriyor. Neyse yine sıkıldım, uyuyayım en iyisi.
Bu arada Devics dinleyin. Link vermeye üşendim.
Bu arada-II; artık normal insan oldum. 11'de uykum geliyor.

Jun 19, 2011

Dün biri sınavımın nasıl geçtiğini sordu. Arkadaşım falan değil, o sadece 'biri' işte. Ben de iyi dedim. Benden konuşmayalım diye lafı değiştirdim, senin nasıldı? dedim birine. Biri, girmedim dedi. Sonra benden konuştuk.

Şimdi düşünüyorum da insanların seçimleri garip. İlk 15 bine giremeyeceğini düşündüğü için sınava girmemiş. Ve sınav çok kolaydı. Hayatın dalga geçiş tarzı da garip.

Bugün ben duvarlarımdaki ve dolabımdaki A4 kağıtlarına yazdığım matematik notlarını indirdim. Odam çok boş oldu. OKS geçtikten sonra içimde oluşan o boşluk hissi bu defa odama doldu.

Ve şu an güneş saçmasapan bir şekilde odama dalmış durumda. Omzumda güneşin, bacaklarımda laptobun sıcaklığı; pişiyorum. Saat 8 ve güneş hâlâ batmadı. Garip.
Bir an önce yaza adapte olmalıyım.

Jun 18, 2011

OHA OHA OHA! Kendi kendimi şaşırtmaya devam ediyorum. Sınavım çok iyi geçti. Hatta matematiğin ilk 1 saatinde bitirmiş ve kontrol etmiştim. "İyi ki çalışmadım." diyecek kıvamdayım şu an.

Jun 17, 2011

Bu dönem de takdir almışım ben ya. Gurur tablosuna giriyorum, şaka gibi. Yarın sınavda da ösym'nin verdiği beleş silgiden zar yapıp soruları zar atarak çözücem. Çelişki.
Ben: Sabah 6'dan beri uyumuyorum ya çok yorgunum.
Babam: E bir aydır uyuyosun o n'olcak?
Ben: -.-"
Babam: Valla biz bi' an kış uykusuna yattın sandık annenle.
Ben: -.-"""

Babam: Ee ne olacağına karar veremedin mi sen hâlâ?
Ben: Tiyatrocu olucam baba ben.
Babam: Onun için yetenek lazım ama.
Ben: Aşk olsun baba be -.-"

 Ayrıca babamın bana laf sokmalarını bir kenara bırakacak olursam; artık Cinderella olmaya hazırım, balo alışverişimi yaptım. (sonunda)

Jun 15, 2011

Sonunda 5 yıl sonra kendimi nerede görmek istediğimi biliyorum. Ve 5 yıl sonra ben orada o kişi olacağım. Başkalarının da canı cehenneme.

Jun 14, 2011

Yakında balom var ve ben 175lik boyumla topuklu giyip 180 olacağım o günü sabırsızlıkla bekliyorum.

Jun 13, 2011

Çok güzel gök gürlüyor şu an.

Jun 12, 2011

"Yorgun gülümsedi. O zaman hüzün saçıldı her yana. Üstüme bulaştı. Elledim. Kumral renkteydi."

Kitabın (Kumral Ada~Mavi Tuna) üstünden neredeyse bir hafta geçti ama ben hâlâ etkisi altındayım. Belki de kitapta bana dair bir şey yok derken yanılıyordum. Ada bana çok benziyor. Onun gibi köşklerde büyümemiş olsam da yetiştirilme tarzlarımız aynı. Bu da karakterlerimizi benzer kılmış belki de, bilmem. Hatta ikimizin de Tuna'ya bağlılığı bu yüzdendir belki de. Ya da belki de ben de bir erkek bana Tuna'nın Ada'ya hayran olduğu gibi hayran olsun istiyorumdur.
-
"Sen hiç kimsenin olamayacağı kadar çok şeyimsin benim... Yüreğimde sana ayrılan yer herkesinkinden büyük. Yalnızca bir arkadaş, bir kan kardeş, bir sırdaş, birçok yakın dost değil, bir büyük sevgisin sen... Yanında sonsuz şımarabileceğim ve hâlâ kaybetmekten korkmayacağım tek kişi... Yani biraz annem, yani biraz babam, hatta hiç görmediğim dedem, belki hiç doğmayacak oğlum... Sonra daimi hayranım, ve tabi dokunulmamış sevgilim... Sen benim masumiyetimsin Tuna... Benim en yakınımsın! Aslında belki öbür yarımsın? Bütün bunlar ne demek anlıyor musun? hı?"
Gözlerimi yumdum. Söylediklerini kana kana içtim, ama hâlâ susuzdum. Çünkü, duymak istediğim sözcükler yoktu söyledikleri arasında.

Jun 11, 2011

Bu sene seçim şarkıları balatayı sıyırmış. Rap yapan bile var. Güzel olansa bu hengamenin yarın son bulacak oluşu. Yarın bu hengame son bulacak, sonraki hafta matematik sınavı, sonra fen...ve sonra Neşe bir aylığına huzura kavuşacak.
peki, tamam. bunu dinlemeye ne dersin?

Jun 7, 2011

Seneler sonra bazı insanlar beni yalnızca "defterlerine onlardan habersiz yazdığı notlarla yüzlerini biraz da olsa güldürebilmiş kız" olarak hatırlayacak.
Yeni bir romana başladım: Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini.
Aslında çok eski sayılmaz, elimdeki basımı 2000'den kalma ama yine de saman kağıdına basılmış ve benden önce muhtemelen birkaç kişinin daha okuduğu kitapları elimde olmadan çok seviyorum. Ayrıca alakasız olacak ama, 2000'de 7 yaşındaydım ve o zamanlar "Daha sadece 7 yılcık yaşadım, ne kadar az." diye düşünürdüm.

Jun 6, 2011

Yeniden günlük tutmaya başladım.

Jun 5, 2011

Mim# Çoğu zaman uygun başlık bulamayışıma gıcık oluyorum mesela.

Yine gecenin bir saatinde yazıyorum. Çünkü ben, yaradılışımın aksine gece yaşamayı seviyorum ve sevdiğim şekilde de yaşıyorum sanırım. Her neyse. Eva mimlemişti beni. Onu yazayım da aradan çıksın diyorum. Kendisine de teşekkürlerimi bir kez daha iletiyorum:*

  • Şu sıralar en gıcık olduğum şey, virüsler. Bilgisayarımı himayeleri altına aldılar ve Chrome'um da onlara uyup doğru düzgün çalışmıyor. Ve bu durum, zaten teknoloji özürlü biri olan benim için katlanılamaz derecede can sıkıcı.
  • Samimiyetsiz insanlara gıcık oluyorum sonra. 
  • Etrafımdaki insan kalabalığına rağmen yalnız hissedebilmeme gıcık oluyorum.
  • Teknolojinin insanları yalnızlaştırmasına ve duygusuzlaştırmasına gıcık oluyorum -aynı zamanda buna baya içerliyorum-.
  • Çok sevgili değişken ruh halime gıcık oluyorum. Saygılar ona da buradan...
  • Gündüzün geceden uzun oluşuna gıcık oluyorum. 
  • Misafire gelen kadının çocuğunu "Kızım ya bizim yaramaz yine yerinde durmuyo, al şuna bi iki oyun neyin aç bilgisayardan." diyerek bana kakalamasına gıcık oluyorum.
  • Ve yine aynı çocuğun "Ben bu oyunu beğenmedim. Şu neymiş? Oha! Ona bakalım!!! Hayır ya bu daha güzelmiş kiiii. Aaa Kayu mu o? Onu istiyom onu aç bana. BUNU SEVMEDİM Kİ BEN YA! Bu niye yanıp sönüyo? Ufff nasıl da yaptın onu? Başka oyun yok mu yaaaaaa?!" diye kafamın etini yemesine gıcık oluyorum. Akabinde de bir tane patlatasım geliyor ya neyse...
  • Aslında geçen bayramda da beni görmüş ve aynı yorumu yapmış olan yaşlı teyzenin, o bayram beni görmesi üzerine yine "Görmeyeli(!) pek güzel olmuş sizin kız da maşallah!" deyip bana yapmacık yapmacık sırıtmasına gıcık oluyorum.
  • Annemin odama lap diye girip "Bak sana ne anlatıcam..." diye başlayıp beş, on, yirmi dakika bilemedin yarım saat onun açısından çok ilginç olan ama bana pekte ilginç gelmeyen şeyler anlatışına gıcık oluyorum.
  • Sevdiğim veya sevmediğim, herhangi birinin beni öpmesine gıcık oluyorum.


    "Beş dakika sonra ders çalışıcam." deyip çalışmadığım zamanlarda kendime gıcık oluyorum.

    Çizgisiz kağıda bir türlü düz yazamayışıma da
    GICIK OLUYORUM esasen.
    Ve şu an kendimi somurtkan şirin gibi hissediyorum. Bir aksilik çöktü üzerime. Gidip fizikle aşk yaşayayım ben en iyisi.
Gitmeden son bir şey, bu aralar bu şarkıyı çok dinliyorum. Jools Holland'da dinlemiştim ilk. Çok hoşuma gitmemişti, dinledikçe alıştım. Şimdi de bağımlılık yaptı. Bir yerimde bir terslik var ama hadi hayırlısı!

Jun 4, 2011

Kendini bilmek de güzel bir şey sonuçta.

"Keşke sınava 40 gün falan olsa. Eksiklerimi kapayabilirdim belki o zaman. Ama bi' dakka ya! Ben sınava 40 gün varken de şu anki halimdeydim. Hınfff -iç çekiş sesi-. 40 gün de olsa 80 gün de olsa çalışmayacaksın işte. Bari kendini kandırma Neşe."
-Neşe'nin iç sesi.

Jun 2, 2011

Mim# Söz konusu şarkılar olunca çok aç gözlü oluyorum sanırım.

Rory'cim mimlemiş:*
"Güne başlamak istediğin şarkı nedir? Tek bir tane ama her gün çalsa bıkmayacağım dediğin şarkı?" konusu. Yalnız seçmek ne zormuş ya. Bard's Song ve Californication arasında baya gidip gelsem de sanırım bu:

Jun 1, 2011

Kumral Ada~Mavi Tuna.

Öncelikle bu yazıyı okumaya yeltendiyseniz eğer bilmenizi isterim ki, biraz sonra yazacaklarım tamamen kendi görüşlerim. Kitabı okumayanların beklentilerini şimdiden yükseltmek istemem. Hele hele ben beklentilerinizi tavan yaptırdıktan sonra gidip kitabı okumanızı ve "Ee yani şimdi? Bu kızın bu kadar öyle abarta abarta anlattığı kitap bu muymuş?" demenizi hiç istemem, bilginize. 

Adından da anlaşılacağı üzre Tuna ve Ada adlı iki karakter üzerinden yürüyen bir kitap bu. Daha doğrusu Tuna'nın Ada'ya olan tek taraflı aşkı üzerinden yürüyen... Aslında ben aşk diye nitelemek istemiyorum aralarındaki ilişkiyi. Daha çok Tuna'nın Ada'ya olan hayranlığı. Tabi, bu kadar basite de indirgememek lazım. Bir de Tuna'nın kendi iç çatışmalarına bolca yer veriliyor kitapta. Hatta Tuna'nın içinde başlayan bu savaş, gün geliyor büyüyor ve bu defa o Tuna'yı içine almaya başlıyor.

Şimdi, ben bu kitapta bu kadar ilgi çekici ne buldum sorusuna gelirsek eğer... Açıkçası daha önce hiç bu tarz bir kitap okumamıştım. Bu tarz -bence- aşırı duygusal roman ve filmlerin beni aştığını düşünmüşümdür hep. Hayır fazla sulu gözlü olduğumdan da değil aslında. Ben genelde bir kitabı okurken daha sonunda ne olacağını bilmeden kendimi bir karakterle özdeşleştiririm. O kötü bir olay yaşayınca da bu psikolojik olarak beni de etkiler farkında olmadan. (Hatta birisi -kimdi hatırlamıyorum- "Sen kitapları okumuyorsun, resmen yaşıyorsun." demişti -ki sanırım haklıydı) İşte bu yüzden öyle romantik denebilecek kitapları okumayı pek sevmiyorum. İçlerinde kendime yakın bir şey/birini bulamıyorum. Dahası bulacak olsam bile, kesin üzülen tarafı seçerim ben. Sonra da ver elini depresyon... (Abartmayı da seviyorum. Depresyona sokacak kadar da uzun boylu değil tabi.) 

Aslına bakarsanız bu kitapta bana dair hiçbir şey yok. Kendi karakterimle özdeşleştirebileceğim biri de... Anlatılanların bir kısmının gerçek oluşundan mı, yoksa yazarın şahane üslubundan mı etkilendim, bilemiyorum açıkçası. Hani deseniz yazarı çok seviyorsundur ondan okuyorsun diye ama o da değil; zira Buket Uzuner'i ilk defa okuyorum. (Başka bir kitabını da -önerilmedikçe veya yine böyle denk gelmedikçe- okumayı düşünmüyorum açıkçası.) Sadece yıllardır annemin kitaplığında duran bir kitaptı ve annemin kitapları bana hep itici gelmiştir -nedendir bilinmez-, hem de aralarında harika kitaplar da olmasına rağmen. Bu yüzden de çok geç* keşfettim bu kitabı. 
(*)Bkz: Elimdeki, 3.basım 97'den kalma.
Hoş daha önce okusaydım bu kadar hoşuma gider miydi, onu da bilmiyorum.
Kitapta hoşuma giden birkaç nokta var -ki bu kitaptan kopmamamı sağlayan şeyler sanırım bunlar.
Birincisi Mabel çiklet. Kitapta oldukça sık geçiyor ve bana çocukluğumu anımsatıyor fazlaca. Hatta kitabı okumaya başladığımda çıkıp dükkan dükkan Mabel arayasım gelmişti. İkincisi, Tuna. Bir erkeğin bu kadar narin ve hayalperest olabileceğine asla inanmasam da sanırım böyle birinin varlığına inanmayı da yine en çok ben istiyorum. (Ha, ayrıca "benmerkezcil" de değil, bu da büyük etken Tuna'yı sevmem de.) Üçüncüsü de, yazarın kronolojik sıra gözetmemesi. Ama olaylar sırasıyla olmasa da kafanız karışmıyor. Bir de sanırım Tuna'nın kendi kendine düşündüğü o deli saçması şeyleri seviyorum. Böyle onu karşıma alıp saatlerce konuşturasım geliyor. Gerçek olmadığı için üzülüyorum bile aslına bakarsanız.

Bu uzuuuun yazımı sıkılmayıp buraya kadar okuduysanız sizi tebrik ediyorum şu an. Ve de internette bi' şey okumuştum, onu yazmam lazım son olarak. Buket Uzuner'e "Ada siz misiniz?" diye sorduklarında "Hayır, ben Tuna'yım." demiş -ki bu cevabı benim çok hoşuma gitti. Hâlâ bir kadın olarak olayları Tuna'nın ağzından nasıl böyle etkileyici anlatabiliyor, anlayabilmiş değilim zaten.

Ayrıca hazır kitaplara gelmişken konu; benim çoğu kişiye saçma gelebilecek bir özelliğim var, onu da deşifre edeyim. Okuduğum bir kitabın illa açar sonuna bakarım. "E o zaman ne heyecanı kalır karrşim?" diyenleri şimdiden duyabiliyorum. Ben de açıp son 20 sayfayı okumuyorum zaten. Merakımı körükleyecek kısa kısa paragraflar halinde göz gezdiriyorum sadece. Tamam, kabul. Bu, bazı şeyleri önceden öğrenmeme neden oluyor ama yine de merakımı azaltmak yerine daha çok meraklandırıyor beni nedense.

Kitabı da okumayan kalmasın diyerek son abartımı yapıyor ve bu öküz kadar uzun yazımı okuduğunuz için sizleri bu şarkıyla ödüllendiriyorum. Neşe'li günler, geceler, haftalar, aylar, yıllar...


"(...) Kız kuzeni görenler onun güzelliğinden hemen etkilenir ve ona övgüler yağdırırdı. Bu sırada eli ayağına dolaşan ve nereye koyacağını bir türlü bilemediği güzelliğiyle çaresiz kalan zavallı kız kuzeni yalnız bırakan Ada beni yakalar, kendinden emin ve o şahane sesinde küçük ürpertilerle fısıldardı:
"Sen de onu çok güzel buluyor musun Mabelciim?"
Böyle bir şeyi nasıl olup da düşünebildiğine şaşkınlıktan ağzım açık kalır, herkesin duyacağı biçimde bağırırdım:
"Bence sen dünyadan bile güzelsin Ada!" (Ertesi yıl evreni öğrenecek ve "evrenden bile güzel" olduğunu söyleyecektim.) (...)"