küllükte ölmeye terkedilmiş sigara.
azami insan ilişkileri.
loopa atılmış şarkı.
uzaktan gelen havai fişek sesleri.
yalnızken odada, her şey durağan; tek devinim kafanın içinde.
...bir de belki, ellerin titrerse.
bazı insanlar yaşamak adına hiçbir şey yapmıyormuş gibi. sonuçta herkesin ideal hayat algısı da göreceli bir yerde, ama nerde? ve artık en büyük korkum hangisi kestirmekte zorlanıyorum. küçük bir çocukken ileride yapacağına emin olduğun onca şeyi yapamadığını görmek, belki. ama o da ölüm korkusuyla ilintili. depremin devinimiyle sarsılırken, şoförün
(bazen bazı şeyleri hatırlamakta zorlanıyorum. az önce şoför kelimesinin yazımıyla ilgili ciddi bi' kafa karışıklığı yaşadım ve bu bana birkaç saniye kaybettirdi.)
son anda kırdığı direksiyonuyla kaza yapmaktan kurtulduğu o yaklaşık yarım dakikalık süreç içindeyken, yüzüne çarpan dalgalara kulaç atmaya çalıştığın sırada yuttuğun suyun ağırlığı artarken, yüksek bir uçurumdan aşağı bakarken mesela. böyle anlarda her şey daha net ve böyle zamanlarda aynı anda dünyanın hem en korkak hem de en cesur insanıymışsın gibi. korkuyorsun; çünkü e yapman gerekenler. cesursun; çünkü hayatta kalabilirsen, o andan itibaren her şeyi yapabilecekmişsin gibi. sanki bütün bunları yapmak için son bir şansa ihtiyacın varmış ve o şansı çok iyi değerlendirebilecekmişsin. aslında o kadar da büyümüyoruz. böyle anlar, hep bir çocuğun istekleri. inanacak hiçbir şeyimiz kalmadığında sığındığımız tanrılarımızın çocuklarıyız. en "tanrı yoktur"umuzun bile bir tanrısı oluşu gülünç aslında. sahip olduğumuz hayatlarımız aynı anda hem çok değerli, hem çok değersiz. değerli; çünkü bizim. değersiz; çünkü umurumuzda bile değil. bir hiç uğruna ölmeyi göze alabiliyoruz da aslında o kadar da almıyoruz. her şey kafamda olup bitiyor şu günlerde. aslında belki hep mi öyleydi? bazen cümle kurabilmek bile zor. yaşamak gibi. ama son bir şansım olsa, öyle bir yaşardım ki. yok mu ki?
ve bir kez daha, yazmak beni yönetti.