İki küçük çocuğuyla birlikte dünyaya gelen küçücük bir çocuktum ben. Yürümeyi ve konuşmayı öğrendiğimde, aile planlaması hakkında da bir şeyler kapmaya başlamıştım. Üzerime giydirmeye çalıştıkları kundağı hiçbir zaman istemeyişim belki bundandı.
Böylece bir buçuk yaşımda, kreşe başladım.
Bakacak kimsem yoktu çünkü ve ben, iki küçük çocuğa sahip ben, kendi kendime bakamayacak yaştaydım besbelli.
Sonra bir gün, çocuklarımdan birinin elini tutmuş, gece vakti bir mezarlığın içinden eve yürürken; karşımıza bir köpeğin çıkışıyla avucumun içindeki elin elimi daha sıkı kavradığını hissetmem üzerine"Korkma! Sadece bir köpek." diye teselli verdiğimde yeterince büyüdüğüme kanaat edilmiş olacak, o yıl okumayı da öğrenmemle birlikte elime bir tomar para tutuşturuldu: "Bundan böyle paramız sende kalacak. Çünkü biz paylaşmayı beceremiyoruz. Al her şeyi idare et!" dedi uyudukları vakit dışında -hatta bazen uyurken bile- sürekli kavga eden çocuklarım. Henüz okula başlamamıştım.
Çocukluğa ne zaman yaklaşır gibi olsam, ya suratıma bir tokat ya da sırtıma, kollarıma bir kemer darbesi indi. Öyle ya, kızını dövmeyen dizini döverdi. Peki ben kimi dövmeliydim? Nasıl? Bu anlar, acizliği ilk kez tüm benliğimde hissetmeye başladığım zamanlardı ayrıca. Konuşsam anlamayacaklardı. Kendimin üç dört katı olan çocuklarım tarafından dövülürken avazım çıktığı kadar ağladım ben de.
Böylece beş buçuk yaşımda, okula başladım.
O yaz çocuklarımdan biri, altı yıldan sonra olağan hale gelmiş bir kavga öğünü sırasında; diğeri hakkında çok çirkin bir şey söyleyecek ve bu, bir süreliğine diğer çocuğuma "orospu" gözüyle bakmamı sağlayacaktı. Bunu bugün söyleseydi "Yaa, öyle mi?" der geçerdim belki ama neticede ben de hâlâ ve maalesef çocuktum. Böylece nasıl bir ebeveyn olmamam gerektiğini öğrendim.
Arkadaşlarım, yeni yeni çıkan göğüslerinden utanıp kambur yürümeye başlamışken; ben düştüğümde kendime pansuman yapmayı çoktan öğrenmiştim. Böylece vücudumdaki sayısız yanık ve dikiş izinin her birinin bir anısı oldu. Gözyaşı barındırmayan kupkuru anılar.
NEDEN sorusu sadece kafamın içinde değil, hayatımın her anında, her yerindeydi. Neden dünyaya gelmiştim? Birbirinden zerre haz etmeyen iki küçük çocuğun aşklarını alevlendirmek için mi? Başarılı olamamıştım besbelli. Peki öyleyse neden yaşamaya devam etmeliydim? Tanrı varsa, neden beni ve birçoğumuzu görmezden gelmekteydi? Böylece, her şeye olduğu gibi sorgulamaya da biraz erken başladım.
Bugün, çocuklarımdan ayrı ikinci yılım. Yirmi yıl geçti. Ben tam yirmi yaş büyüdüm ama onlar hâlâ aynı yaştalar.
Ben iki küçük çocuğuyla dünyaya gelen bir diğer çocuk,
paradoksun ta kendisiyim.
Paradoksum tarafından yeneceğim.