masa örtüsünün üzerine düşen; bilhassa kendi nefesinin, mum alevine ettirdiği dansı izlerken ne çok şey düşünebiliyordu insan. ne çok şey düşünmeye programlanmıştı insan zihni. ve ne çok şey unutmaya.
günler, aylar, yıllar, ömürler geçerken yaşanan onca şey.
mum alevi şimdi hepsi,
bir belirip bir kaybolan.
yıllar daha henüz geçmekteyken üstelik.
gittiler.
küçük bir çocukken kurduğum cümleyi çok net hatırlıyorum: "ben hiçbir şeyi unutmuyorum! hiçbir şeyi." sonrasında son bir hafta boyunca yaptığım her şeyi sıralamıştım. ben bunu yaparken öğle arası henüz bitmişti. öğrenci kapısının iki üç basamaklık merdivenini çıkmakla meşguldük. yere bakıyordum. yerdeki beyaz mazgala. merdivenin hemen başlangıcında. her şey o kadar net ki,
canım yanıyor.
çünkü geri kalan hiçbir şey yok.
hayatın, önemli/önemsiz -çoğunlukla önemsiz- birkaç üç beş dakika toplamından ibaret olması ve
gitgide daha az yaşamamız.
- l i f e f e e d s o n l i f e .