Aug 29, 2014

we are everyday robots on our phones.

küllükte ölmeye terkedilmiş sigara.
azami insan ilişkileri.
loopa atılmış şarkı.
uzaktan gelen havai fişek sesleri.
yalnızken odada, her şey durağan; tek devinim kafanın içinde.
...bir de belki, ellerin titrerse.

bazı insanlar yaşamak adına hiçbir şey yapmıyormuş gibi. sonuçta herkesin ideal hayat algısı da göreceli bir yerde, ama nerde? ve artık en büyük korkum hangisi kestirmekte zorlanıyorum. küçük bir çocukken ileride yapacağına emin olduğun onca şeyi yapamadığını görmek, belki. ama o da ölüm korkusuyla ilintili. depremin devinimiyle sarsılırken, şoförün 

(bazen bazı şeyleri hatırlamakta zorlanıyorum. az önce şoför kelimesinin yazımıyla ilgili ciddi bi' kafa karışıklığı yaşadım ve bu bana birkaç saniye kaybettirdi.)

son anda kırdığı direksiyonuyla kaza yapmaktan kurtulduğu o yaklaşık yarım dakikalık süreç içindeyken, yüzüne çarpan dalgalara kulaç atmaya çalıştığın sırada yuttuğun suyun ağırlığı artarken, yüksek bir uçurumdan aşağı bakarken mesela. böyle anlarda her şey daha net ve böyle zamanlarda aynı anda dünyanın hem en korkak hem de en cesur insanıymışsın gibi. korkuyorsun; çünkü e yapman gerekenler. cesursun; çünkü hayatta kalabilirsen, o andan itibaren her şeyi yapabilecekmişsin gibi. sanki bütün bunları yapmak için son bir şansa ihtiyacın varmış ve o şansı çok iyi değerlendirebilecekmişsin. aslında o kadar da büyümüyoruz. böyle anlar, hep bir çocuğun istekleri. inanacak hiçbir şeyimiz kalmadığında sığındığımız tanrılarımızın çocuklarıyız. en "tanrı yoktur"umuzun bile bir tanrısı oluşu gülünç aslında. sahip olduğumuz hayatlarımız aynı anda hem çok değerli, hem çok değersiz. değerli; çünkü bizim. değersiz; çünkü umurumuzda bile değil. bir hiç uğruna ölmeyi göze alabiliyoruz da aslında o kadar da almıyoruz. her şey kafamda olup bitiyor şu günlerde. aslında belki hep mi öyleydi? bazen cümle kurabilmek bile zor. yaşamak gibi. ama son bir şansım olsa, öyle bir yaşardım ki. yok mu ki?

ve bir kez daha, yazmak beni yönetti. 

Jul 11, 2014

kişisel telkin.

-Daha önce hiç Crystal Castles dinlediniz mi?

Bir ilişkideki 'yanlış' tarafı çözümlemede şimdiye kadar hep biraz geç kaldım sanırım. Bir şeylere başlarken seni tatmin edeceğine emin olduğun adamlar, kadınlar bir bakıyorsun....... BU DA NE?
Başa sar.
Bu biraz insanın kendini tanımasıyla alakalı bir şey, ne istediğini bilmesiyle. Biraz başka şeylerle. Ama eninde sonunda yaşadığın his kandırılmışlık. Bu başkasının sana yaşattığı bir his değil üstelik. Kendi kendine yaşatıyorsun. Zaten eninde sonunda yaşadığı her şeyin temelde insanın kendisiyle alakalı olduğuna inanıyorum. Kendini kandırıyorsun. Her gün. Defalarca.

-Neden?

Kendimize bunları yaşatmamıza hiç gerek yok.

- Bu ince değil, net bir çizgi: Sev ya da nefret et. Crystal Castles gerçeği.

Güvenmek mi istiyorsun, güven. Sevmek mi istiyorsun, sev. Yaşamak mı istiyorsun, yaşa.
Ama istiyor musun gerçekten?
Emin ol.
Dürüst ol.
Kendin ol.

- Ya tutuluyorsun,

İşin ayırdına varmak önemli, ne zaman olduğu önemli değil.
Eninde
ve
sonunda.
Ve ölmek için henüz vaktimiz var.

- ya da nefret ediyorsun.

Belki şu an bile sadece kendimi kandırıyorumdur.

- Her zaman öyle değil midir?

May 28, 2014

Tam şu an

öldüğünü hayal et. Bu seni memnun eder miydi? Yapmak istediğin onca şey... Bütün gün okuldur iştir ailedir sistemdir düzendir koştururken bu hengamede yapmak istediklerinin kaçta kaçını tamamlayabildin? Herhangi birine karşı, topluma karşı hissettiğin sorumlulukların her biri o kadar önemsiz ve küçük ayrıntılar ki şu an. Asıl olan sadece sensin böyle bir anda; peki...
KENDİN İÇİN ŞİMDİYE KADAR BİR ŞEY YAPTIN MI SAHİ?

Ölüm anımda bu soruyu cevaplayamayacak olmaktan o kadar korkuyorum ki, sırf bu korkuyu yaşamamak için bile risk almaya değer.
Risk alın.
Hiçbir şey şu an olduğundan daha kötü olmayacak.
Yapmak istediğiniz şeyle, olmak istediğiniz kişiyle aranızda uçurumlar mı var?
Elbet bi' yolunu bulursunuz.

http://www.youtube.com/watch?v=U9kGpx88MoE

ve bir kez daha çöküşüm müzikle başladı. hayatımın her alanını kaplayan yegane şey olduğuna kanaat ettiğimden beri buna pek de şaşırmıyorum esasen. sadece... müzikten arda kalanlar. keşke.
bazen kafamın içi.
kafamın içi vardır.

May 21, 2014

neticede bazı discographyler hatim edilmek için varlar. hallelujah!

As the Stars Fall,
we're all falling down.

Mükemmel isim, mükemmel müzik.
http://www.youtube.com/watch?v=KXfmC4FHwu8

May 18, 2014

kişisel özgeçmiş dedikleri.

İki küçük çocuğuyla birlikte dünyaya gelen küçücük bir çocuktum ben. Yürümeyi ve konuşmayı öğrendiğimde, aile planlaması hakkında da bir şeyler kapmaya başlamıştım. Üzerime giydirmeye çalıştıkları kundağı hiçbir zaman istemeyişim belki bundandı. 

Böylece bir buçuk yaşımda, kreşe başladım. 
Bakacak kimsem yoktu çünkü ve ben, iki küçük çocuğa sahip ben, kendi kendime bakamayacak yaştaydım besbelli.
Sonra bir gün, çocuklarımdan birinin elini tutmuş, gece vakti bir mezarlığın içinden eve yürürken; karşımıza bir köpeğin çıkışıyla avucumun içindeki elin elimi daha sıkı kavradığını hissetmem üzerine"Korkma! Sadece bir köpek." diye teselli verdiğimde yeterince büyüdüğüme kanaat edilmiş olacak, o yıl okumayı da öğrenmemle birlikte elime bir tomar para tutuşturuldu: "Bundan böyle paramız sende kalacak. Çünkü biz paylaşmayı beceremiyoruz. Al her şeyi idare et!" dedi uyudukları vakit dışında -hatta bazen uyurken bile- sürekli kavga eden çocuklarım. Henüz okula başlamamıştım.

Çocukluğa ne zaman yaklaşır gibi olsam, ya suratıma bir tokat ya da sırtıma, kollarıma bir kemer darbesi indi. Öyle ya, kızını dövmeyen dizini döverdi. Peki ben kimi dövmeliydim? Nasıl? Bu anlar, acizliği ilk kez tüm benliğimde hissetmeye başladığım zamanlardı ayrıca. Konuşsam anlamayacaklardı. Kendimin üç dört katı olan çocuklarım tarafından dövülürken avazım çıktığı kadar ağladım ben de.

Böylece beş buçuk yaşımda, okula başladım.
O yaz çocuklarımdan biri, altı yıldan sonra olağan hale gelmiş bir kavga öğünü sırasında; diğeri hakkında çok çirkin bir şey söyleyecek ve bu, bir süreliğine diğer çocuğuma "orospu" gözüyle bakmamı sağlayacaktı. Bunu bugün söyleseydi "Yaa, öyle mi?" der geçerdim belki ama neticede ben de hâlâ ve maalesef çocuktum. Böylece nasıl bir ebeveyn olmamam gerektiğini öğrendim.
Arkadaşlarım, yeni yeni çıkan göğüslerinden utanıp kambur yürümeye başlamışken; ben düştüğümde kendime pansuman yapmayı çoktan öğrenmiştim. Böylece vücudumdaki sayısız yanık ve dikiş izinin her birinin bir anısı oldu. Gözyaşı barındırmayan kupkuru anılar.

NEDEN sorusu sadece kafamın içinde değil, hayatımın her anında, her yerindeydi. Neden dünyaya gelmiştim? Birbirinden zerre haz etmeyen iki küçük çocuğun aşklarını alevlendirmek için mi? Başarılı olamamıştım besbelli. Peki öyleyse neden yaşamaya devam etmeliydim? Tanrı varsa, neden beni ve birçoğumuzu görmezden gelmekteydi? Böylece, her şeye olduğu gibi sorgulamaya da biraz erken başladım.

Bugün, çocuklarımdan ayrı ikinci yılım. Yirmi yıl geçti. Ben tam yirmi yaş büyüdüm ama onlar hâlâ aynı yaştalar.
Ben iki küçük çocuğuyla dünyaya gelen bir diğer çocuk,
paradoksun ta kendisiyim.
Paradoksum tarafından yeneceğim.

May 6, 2014

Bireyin kanayan yarası: ÇALIŞAMAMAK.

Ortalama bir üniversitede okuyan, ortalama bir öğrenci, devamsızlık hakkını aşacak şekilde derse girmediği zaman; dersten kalır. GERÇEK 1 - CEPTE. (Bu deneyde, yakın arkadaşların deneğimizin yerine attığı imzalar yoksayılmıştır.)
Ortalama bir üniversitede okuyan, ortalama bir öğrenci, vizeye girmediğinde; dersten kalır. GERÇEK 2 - CEPTE.
Ortalama bir üniversitede okuyan, ortalama bir öğrenci, yapması gereken sunumu yapmadığında; dersten kalır. GERÇEK 3 - CEPTE.

Deneyimiz sonucunda tüm bu gerçekliklere kafa atarak, dersten kalmama şansı hoca tarafından bahşedilmiş benim ise şu anki öncelikli problemim ÇALIŞAMAMAK. Çalışmaya niyetlendiğim her saniye, çalışmaya başlamak dışında her şeyi yapıyorum. Bu önceleri "Bir sigara yakayım."lar, sonraları "Amaaan sabaha çok var."lar oluyor; lâkin o derse asla başlanamıyor arkadaş! Neden öyle?
Neyse şimdi son bi' sigara yakayım da başlayayım,
zaten sabaha daha çok var.

Apr 21, 2014

i t w a s d a y l i g h t w h e n y o u w o k e u p i n y o u r d i t c h .

masa örtüsünün üzerine düşen; bilhassa kendi nefesinin, mum alevine ettirdiği dansı izlerken ne çok şey düşünebiliyordu insan. ne çok şey düşünmeye programlanmıştı insan zihni. ve ne çok şey unutmaya. 
günler, aylar, yıllar, ömürler geçerken yaşanan onca şey. 
mum alevi şimdi hepsi,
bir belirip bir kaybolan.
yıllar daha henüz geçmekteyken üstelik.
gittiler.

küçük bir çocukken kurduğum cümleyi çok net hatırlıyorum: "ben hiçbir şeyi unutmuyorum! hiçbir şeyi." sonrasında son bir hafta boyunca yaptığım her şeyi sıralamıştım. ben bunu yaparken öğle arası henüz bitmişti. öğrenci kapısının iki üç basamaklık merdivenini çıkmakla meşguldük. yere bakıyordum. yerdeki beyaz mazgala. merdivenin hemen başlangıcında. her şey o kadar net ki,
canım yanıyor.
çünkü geri kalan hiçbir şey yok.
hayatın, önemli/önemsiz -çoğunlukla önemsiz- birkaç üç beş dakika toplamından ibaret olması ve
gitgide daha az yaşamamız.

- l i f e f e e d s o n l i f e .

Apr 6, 2014

-Üçü bir arada mı normal mi?
-Farketmez ya, kendine n'apıyorsan bana da ondan yap.

Boş vitesin bu kadar hakkını vermek ağırıma gidiyor bazen.

Feb 26, 2014

2 in 1 güzelliği: paradokslu laneth

Yargılamayan bir mizaca sahip olmak, laneti yeryüzünün; yargılamadan birini kabullenmek.
Bir elin parmakları bölü altı milyarda bir görülen.

Feb 11, 2014

expectations and reality

Keşke her şey müzikle benim aramda kalsa.
İnsanlar olaya hiç dahil olmasa.
Müzikle ne kadar yapabiliyorsam, sizinle de o kadar yapamıyorum çünkü.
Müzik dediğin de insan icadı,
olmasa keşke.

Feb 5, 2014

21.yy gerçekliği

Sizce de bugünlerde herkesin acelesi varmış gibi değil mi? Varılacak bir nokta olmasa bile herkes bi' koşuşturmaca içinde sanki. Sanki herkes bir an önce "sadede gelmek" istiyor.
Böyle böyle birbirimizi tanımayı es geçiyoruz sonra.
Birbirimizi hissetmeyi.
Bitmek tükenmek bilmeyen bi' hegemonya yarışında; birini tanımak istemeye, değer vermeye, duygularının da olduğunun bilincinde olmaya "zayıflık" gözüyle bakılıyor artık sanki.
Sanki zaman kaybıymış gibi insanlar için, başka birine vakit ayırmak. Başka biri için herhangi bir şey yapmak. Bir düşünün. Bugün yaptığınız tonlarca şeyin temelinde yine kendinizi göreceksiniz. Buna kötü bir şey demiyorum, değil de. Ama geri kalan herkesi görmezden gelmek... Öylesine bir eşyaymış gibi "işine yaradığı sürece kullanmak"...
Bilmiyorum.

Jan 30, 2014

Arietta... Yalnızlık kederi

(...)

Bir gün bir arkadaşını evine çağırır Beethoven.
"Yeni bir sonat besteledim. Galiba şu ana kadar yazdığım en iyi eser, bir dinlemeni isterim" der.
Eve gelip eseri dinlemeye başlayan dostu, birkaç saniye sonra Beethoven'ı durdurmak zorunda kalır.
Çünkü piyanodan anormal denilebilecek kadar kötü ve bozuk sesler çıkmaktadır.
Piyanonun kapağını açarlar...
Bütün teller kopmuş, çekiçler kırılmıştır...

Beethoven haftalarca, aylarca fark etmemiştir piyanosunun tamamen bozulmuş olduğunu.
Ne hazin bir kederdir yazdığını duyamamak...
Ne büyük bir yalnızlık...
"Asıl sağırlık içsel sağırlıktır" derdi Beethoven...

İnsanoğlu yalnızdır...
Genç bir kız, "Sevgilimle birbirimizi tanımaya çalışıyoruz" diyorsa...
Anlayın ki, "kendisini tanımaya çalışıyordur" henüz
O yalnız kız...
Bir sanatçı, "Yeni bir eser üzerine çalışıyorum" diyorsa...
Anlayın ki, "kendisindeki yeni şeyleri keşfetmektedir"
O yalnız sanatçı...
Hayatla sonuna kadar mücadele eden bir ilk bölümü var Opus 111'in.
Yalnızlık mücadelesi bunun adı.

Ama beni bu yazıyı yazmaya zorlayan aslında eserin ikinci bölümü.
Arietta...
Evreni ve insanı içselliğiyle bu dünyada en iyi anlatan müzik...

"Bu sonatın akılda kalan bir melodisi var mı?" diye sorabilirsiniz...
Akılda kalan...
Belki yok.
Ama "içte kalan" var...

(...)

- yalnızlık kederi / bir müzisyenin notları, Fazıl SAY.

Jan 27, 2014

Dünyanın en güzel roman başlangıcı.


...dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır.
Lo
Li
Ta
.

Jan 19, 2014

18.01.14

...

Jan 10, 2014

"Ölüyorum tanrım, bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür. Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat... Fena değildir, üstü kalsın."

Henüz yirmili yaşlarımın ilk ayını bile geride bırakmamışken, her şey AŞIRI garip gelmeye devam ediyor. Yaşamak gitgide garipleşiyor ve anlamsızlaşıyor sanki. Küçük bir çocukken hepimiz "günün birini" bekledik, yapmayı planladığınız bütün o şeyler için. Şimdi günün birinin bir türlü gelmediğine şahit oluyor ve belki de bazılarımız için asla gelmeyeceği gerçeği ile yüzleşiyoruz. BİZ BÖYLE PLANLAMAMIŞTIK, değil mi? Siz de böyle planlamamıştınız. Ben mesela, kırkıma gelebilirsem; ölmeyi planlamıştım. Şimdi yarısını yaşamışken, yapmayı planladıklarımı ömrümün kalan yarısına sığdırabileceğimdense ciddi şüphe duyuyorum.

Şimdi, tam şu an, yüzmek için girdiğiniz bir denizde boğuluyor olduğunuzu hayal edin. Uzakta minicik kalmış insanlar, suratınıza çarpan metrelik dalgalar yüzünden kesilen nefesiniz ve yuttuğunuz tuzlu su, ayaklarınızın yere değmiyor oluşunun içinizde yarattığı tedirginlik ve dalgalar yüzünden arada sırada görebildiğiniz gökyüzünden başka hiçbir şey yok o anda. Küçükken sorsanız böyle bir anda SONUNA KADAR ÇABALAYACAĞIMI söylerdim size. Sürekli ölmeyi planlayan birinin, planlamadığı bir vakitte ölmeyi reddetmesi de anca bir çocuğa yakışırdı zaten; kendime yakışan cevabı vermiş olurdum. Ama bu yaz, tam da böyle bir anda her şey o kadar normal geldi ki. Ölüyordum, hepsi buydu. Kafamdan binlerce şey bi' anda akıp geçti. "Neden kimse yardım etmeye gelmiyor? Beni farketmediler mi? Ne yani? Gerçekten ölüyor muyum? Böyle mi? Hayır hayır! Henüz ölemem!! Daha planladıklarımı yapmadım ki! DAHA HİÇBİR ŞEY YAPMADIM Kİ! 
Neyse, 
n'apalım. 
Ölüyorum işte, 
hepsi bu."
Sonrası beklemek. Öylece bekledim. Birinin gelip kurtarması değildi beklediğim, ölmekti. Öyle ya, ölüyordum işte. Çabalamaya ne gerek vardı? Elimi uzatsam tutacağım bir hayatım vardı ama uzatmamayı seçiyordum. Çünkü işe yaramayacağını düşünüyor olmalıydım, bilemiyorum.

Sonra o güne kadar ölmesi için milyon kere dua ettiğim adam, beni kurtarmaya geldi. Ama başaramadı. Birlikte daha da açıklara sürüklendik. Sonra ben korktum. Kendi hayatım için korkmadığım kadar çok korktum. Çünkü birinin senin yüzünden ölmesi düşüncesi, yani birini öldürmek; kendi hayatından vazgeçmekle kıyaslanamazdı. Hehe, çocukken seri katil olmayı düşlediğimi de anlatmış mıydım size? Neyse, sonra ben öyle delicesine çabalamaya başladım ki... İnsanlar bizi farketti ve hep beraber çıktık. Kafam, midem allak bullaktı. Her şeyden bu kadar kolay vazgeçebilmem, beni ciddi manada şoka sokmuştu. Ve küçük bir çocukken, ölmesi için tanrıya yalvardığım adamı kendim öldürmeyi planlamamıştım besbelli.

Keşke düşünme eylemini kontrol edebilen bir düğme olsa ve kapatabilsek. Bunu bazen o kadar çok istiyorum ki... Daha önce, çocukken bu konu üzerine bir roman yazmaya çalıştığımı anlatmış mıydım size?

Jan 2, 2014

Bir gün kafamın içinden dışarı çıkabilecek kadar büyüyebilecek miyim sence Molina?

http://www.youtube.com/watch?v=2kfkUUkEGtc

Bu, hiçbir zaman benimle bir başkasının arasındaki bir şey olmadı. Öyle göründüğü zamanlarda bile. Bu, her zaman müzikle benim aramdaki bir şeydi. Yalnızca müzik ile benim.
Kolayca dile gelmemesinin sebeplerinden biri de bu.
Bu müzisyenlerle benim aramdaki bir şey bile değil,
ama anlatamıyorum.
Çünkü dediğim gibi; bu,
sizinle benim aramdaki bir şey olmaktan çok uzak.

Dec 28, 2013

Ayyukayyukayk.

2013, mesleği dolayısıyla bilgisayarla iç içe olmasına rağmen telefonla arasındaki buzları bir türlü eritememiş annemin akıllı telefonla tanışma ve kaynaşma yılıydı. Ve sonunda bu sancılı alışma süreci meyvelerini vermeye başladı... Whatsapp'a aşık olan annem, doğum günümü Whatsapp'tan kutladı! Yine duygulandım anlatırken.

Meraba yirmili yaşlar meraba!

Dec 20, 2013

amcalar üzerine denemeler-I

Bugün birçok kez defterlerime yazmak zorunda kaldığım bir tarih bu, 19 Aralık 2013. Ve şimdi de sana yazıyorum, upuzun bir aradan sonra.
Hayal dünyası insanın, insanların... Garip şey. Her şey orada kurgulandığı gibi kalsa pek iyi ama üzücü ki çoğu zaman bu mümkün değil. Belki orada yaratılan bir karakter gerçek dünyada da yaşıyor ama ara ki bulasın! Zaten gerçeklikle hayalin arasındaki amansız ayrım değil mi her derdin başı? Hayallerde her şey ne güzel oysa. Orada yaşamaya çalışınca deli oluyorsun ama deli olmanın bile güzel bi' yani var çoğu zaman.

Dün SahneHâl'de Örümcek Kadının Öpücüğü'nü izledikten sonra yurda gelip günlüğüme yazdıklarım bunlar. Her hareketinin beni herhangi bir şeyden çok daha fazla irite ettiği oda arkadaşımın o an odada bulunuyor olması dolayısıyla, kafamı toparlayıp doğru düzgün yazamamışım aklımdakileri/hissettiklerimi. 

Başa dönelim. Oyundan sonra uzun zamandır görmezden gelmeye çalıştığım yakın bi' arkadaşımla yürüyorduk. Görmezden geliyordum çünkü saçma sapan davranmıştı ve insanoğlu, her zaman saçma sapan davranılmayı hakketmediğini düşünecek kadar kendini beğenmiş olmuştur! Öyleydim. Ve bana hakketmediğim şekilde davrandığı için kolayca itelemiştim onu uzağa, dışarıya olmasını umarak.
İnsanlar bazen gözümü döndürüyor.
Kırgınlıktan mı öfkeden mi, 
o kadar kestiremiyorum ki.
Neyse, sonuç olarak takıldı kaldı bir yerlerinde, tamamen çıkmasını umduğum hayatımın. Sonrası, zaman zaman ve zaman. Bir boka yaramayan.
Soğukta titreyerek yürüyorduk. Öylesine bir şeylerden bahsediyorduk. Bahsedilmesi gereken tonla şey varken, iki yakın arkadaşın "öylesine" şeylerden bahsetmesi bazen içlerinden birini çok fazla yaralayabiliyor.
Duvara çok güzel kafalar atmak istiyorum.

Şimdi de, yazının başına dönelim. O an yazdıklarım, yol boyunca başka şeylerle birlikte kafamın içinde dönüp durmuş şeylerin alelade ve saçma bir ruh haliyle kağıda dökülmüş haliydi sadece. Bir oyun izliyorsun, bir karakter -dolayısıyla oyuncu- öyle kendisine hayran bırakıyor ki... İşte aynı onun o halinin oyunda kalması gibi, kafandaki şeyler de. Böyle düşününce bayağı üzücü oluyor.
Epey uzun süredir bir şey böyle hissettirmemişti yine de. Molina'nın, Oğuz Utku Güneş'in oyuna dokunuşuyla Göktay Tosun'un yarattığı Molina'nın gerçek olmasını öylesine delice istedim ki... 
Kıssadan Hisse: KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN, BU OYUNA GİDİN.

Şimdi de başka -ve evet, yine üzücü cvlkbj- bir şeye geçeceğim: Philip Toledano'nun Days With My Father çalışması (üzerine tıklamakta serbestsiniz). Annesi öldükten sonra kısa süreli hafıza kaybına sahip olan babasıyla geçirdiği üç yılın fotoğraf karelerine yansıyışı. Buna, "çalışma" veya "proje" demek sinir bozucu aslında. Baban o senin! Şaka maka, bununla ilgili bir şey cidden yazamayacağım; zira aşırı üzülmekle meşgulüm.

 

Yıllar geçtikçe insanlar büyüyor, ben ise sadece üzülüyorum. Bende bayağı bir şeyler yanlış galiba ya. Neyse, şimdi birazcık gülmeli şeyler anlatıcam. Uzun zamandır burada bunu yapmıyorum. Ayrıca uzun zamandır sohbet havası*nda da yazmıyordum, iyi oldu.
*dünyanın en manasız şeyi gibi durdu bunu böyle söyleyince. o kadar manasız ki, neredeyse güleceğim.

Geçen gün İzel, aldığı radikal kararlar doğrultusunda yılbaşından sonra balık dışında et yemeyeceğini arkadaş grubumuza duyurmuş bulundu. Bizce zaten olay "nah yemez!"den ibaret ama asıl, bugün feribotta kafamı Enis Batur'un Kara Mizah Antolojisi'ne gömmüşken çaktırmadan dinlediğim, karşımda oturan iki amcanın diyaloğu "İzel neden et yemeli?" sorusuna harika bir cevap! Görelim:

EtSevdalısıAmca1: Yalan ya yalan! Ot yemekle et yemek bir olur mu? Hepsi yalan, insanları kandırıyorlar. Bizim bi' restorancı abimiz vardı, "Bi' parça et, bütün otlara bedeldir!" derdi. Öyle tabii. Mesela dana neyle besleniyo? Otla. Bütün yağlar da onda! Hiç yağlı, şişko aslan gördün mü? Göremezsin. Çünkü aslan et yiyo!
EtSevdalısıAmca2: Evet evet, öyle. Ben 82 yaşındayım, daha bi' tane aspirin almadım, çünkü hep et yedim!!!

Peki ben? 
Bu yaşıma kadar hep etten kaçtım, kurban bayramlarında ölü taklidi yaptım, zorla ağzıma tıkıştırılan etli yemekleri azami miktarda tükettim, onları bile yeri geldi sindirmeden sistemimden attım! Her "Tadından nefret etsem de artık balık yiyyycem!" sözünü verişimde ıspanağa, lahanaya daha çok sarıldım. Sonunda da böyle adından başka her şeyi hatırlamakta güçlük çeken, ota boka üzülen bi' insan oldum çıktım. ÇOK ÜZGÜNÜM AMCALAR, beni affedebilecek misiniz?