Henüz yirmili yaşlarımın ilk ayını bile geride bırakmamışken, her şey AŞIRI garip gelmeye devam ediyor. Yaşamak gitgide garipleşiyor ve anlamsızlaşıyor sanki. Küçük bir çocukken hepimiz "günün birini" bekledik, yapmayı planladığınız bütün o şeyler için. Şimdi günün birinin bir türlü gelmediğine şahit oluyor ve belki de bazılarımız için asla gelmeyeceği gerçeği ile yüzleşiyoruz. BİZ BÖYLE PLANLAMAMIŞTIK, değil mi? Siz de böyle planlamamıştınız. Ben mesela, kırkıma gelebilirsem; ölmeyi planlamıştım. Şimdi yarısını yaşamışken, yapmayı planladıklarımı ömrümün kalan yarısına sığdırabileceğimdense ciddi şüphe duyuyorum.
Şimdi, tam şu an, yüzmek için girdiğiniz bir denizde boğuluyor olduğunuzu hayal edin. Uzakta minicik kalmış insanlar, suratınıza çarpan metrelik dalgalar yüzünden kesilen nefesiniz ve yuttuğunuz tuzlu su, ayaklarınızın yere değmiyor oluşunun içinizde yarattığı tedirginlik ve dalgalar yüzünden arada sırada görebildiğiniz gökyüzünden başka hiçbir şey yok o anda. Küçükken sorsanız böyle bir anda SONUNA KADAR ÇABALAYACAĞIMI söylerdim size. Sürekli ölmeyi planlayan birinin, planlamadığı bir vakitte ölmeyi reddetmesi de anca bir çocuğa yakışırdı zaten; kendime yakışan cevabı vermiş olurdum. Ama bu yaz, tam da böyle bir anda her şey o kadar normal geldi ki. Ölüyordum, hepsi buydu. Kafamdan binlerce şey bi' anda akıp geçti. "Neden kimse yardım etmeye gelmiyor? Beni farketmediler mi? Ne yani? Gerçekten ölüyor muyum? Böyle mi? Hayır hayır! Henüz ölemem!! Daha planladıklarımı yapmadım ki! DAHA HİÇBİR ŞEY YAPMADIM Kİ!
Neyse,
n'apalım.
Ölüyorum işte,
hepsi bu."
Sonrası beklemek. Öylece bekledim. Birinin gelip kurtarması değildi beklediğim, ölmekti. Öyle ya, ölüyordum işte. Çabalamaya ne gerek vardı? Elimi uzatsam tutacağım bir hayatım vardı ama uzatmamayı seçiyordum. Çünkü işe yaramayacağını düşünüyor olmalıydım, bilemiyorum.
Sonra o güne kadar ölmesi için milyon kere dua ettiğim adam, beni kurtarmaya geldi. Ama başaramadı. Birlikte daha da açıklara sürüklendik. Sonra ben korktum. Kendi hayatım için korkmadığım kadar çok korktum. Çünkü birinin senin yüzünden ölmesi düşüncesi, yani birini öldürmek; kendi hayatından vazgeçmekle kıyaslanamazdı. Hehe, çocukken seri katil olmayı düşlediğimi de anlatmış mıydım size? Neyse, sonra ben öyle delicesine çabalamaya başladım ki... İnsanlar bizi farketti ve hep beraber çıktık. Kafam, midem allak bullaktı. Her şeyden bu kadar kolay vazgeçebilmem, beni ciddi manada şoka sokmuştu. Ve küçük bir çocukken, ölmesi için tanrıya yalvardığım adamı kendim öldürmeyi planlamamıştım besbelli.
Keşke düşünme eylemini kontrol edebilen bir düğme olsa ve kapatabilsek. Bunu bazen o kadar çok istiyorum ki... Daha önce, çocukken bu konu üzerine bir roman yazmaya çalıştığımı anlatmış mıydım size?
7 comments:
20li yaşlar sana ne güzel gelmiş.
ilham mı getirmiş..
başlık! <3
Garip gerçekten, ama sanırsam bizim nesil ile alakalı birşey. İstediğimiz herşeyin olmasına alışmışız ki savaşma duygumuz kalmamış. Benim seninki gibi ciddi bir deneyimim olmadı ama her savaş filmi izlediğimde oradaki karakterlerin yerine koyduğumda kendimi, hep pes eder, yatar ölürdüm gibi hissediyorum.
bilmem, hiç o açıdan bakmamıştım. ama genelde savaş filmlerinde benim bi' kahraman olasım gelir. sanki ben olsam, tüm orduyu kurtaracakmışım gibi falan hissederim. ya da ne bileyim, oscar schindler'in "ceketimi satsam en az 10 insan daha kurtulurdu" sahnesinde ben ondan daha da fazla kurtarabilirmişim gibi hissederdim. O İŞLER ÖYLE OLMUYORMUŞ AMA. bilmiyorum, sadece insan bazen kendini fazlaca önemsiyor.
mia:')
artık "yaşlandık" muhabbeti yapmaya başlayabilirim sanıyorum. öptüm seni kocaman<3
lara fabian çok tatlı.
françoise hardy de öylee.
:)
geçtiğimiz günlerde yazdığım "sade ve derin deep tone" yazımı okusan yaa lütfeeen.
:)
su an vaktim yok ama olunca, okuyacağım.:)
tamam zamanın olunca bak çünkü bi sürpriz var. yazıyı okumasan da olur. sadece bak. hoş bişi yaa.
:)
Post a Comment