Apr 30, 2012

birilerine sürprizli bir şeyler.

yakında çok güzel bir şeyler olacak ama daha zaman var. hınfff... tam olarak 5 gün kadar zaman hem de. ama ben,
Sabredemiyoruuum!

Pardon?!

Tamam canım.

Apr 28, 2012

Amy says she's all alone.


Eski bilgisayarını yıllar sonra yeniden kullanıyor olmanın yarattığı o karmakarışık hissi nereye koysam bilemedim. Neyse, şimdilik ortaokul yıllarımdan kalma müzik arşivimle karşılaşmanın yarattığı sevincin yanında dursun bakalım.
I can feel you all around me, thickening the air i'm breathening. Nostaljinin doruklarındayım.

Apr 27, 2012

bak mesela morrissey gibi adamlar dünyaya nadiren geldiği için dünya şanssız sayılabilir ama bundan morrissey'e ne? ve ayrıca; allam bu ne biçim başlık?


Hayatını evi ve işi arasında gidip gelerek harcayan biri  olduğumu düşündüm az önce. Dünyada en korktuğum şeyin kör olmak olduğunu sanırdım ama şu an bu düşüncenin yarattığı korku -daha doğrusu öyle birine dönüşebileceğimin korkusu- içime çöreklendi resmen. Gerçi mükemmel bir hayat yaşamış olmakla bu tarz bir hayat yaşamış olmak arasında nasıl bir fark var, onu da tam kestiremiyorum. Bu dünyada adının, ölümünden sonra bile bir dolu övgü sözcüğüyle birlikte anılacak olmasının ölmüş birine ne gibi bir getirisi olabilir ki? Çocukları için onur duyulacak, örnek alınacak biri mi olur? Ya da şöyle sorayım, çocukları için örnek alınacak biri olsa n'olur? Hatta gelecek nesiller için çok önemli biri olsa n'olur? Sadece yaşıyoruz işte. Ne şekilde olduğunun önemi bile yok aslında. İşin aslı, bazen her şey olduğundan bile anlamsız geliyor.

Bir de yazın Bulgaristan'da olacağım için kaçıracağım Morrissey konserine istinaden sanırım; sürekli ama sürekli Morrissey dinliyorum şu ara. Hatta hayata geliş amacım Morrissey şarkılarına eşlik etmekmiş gibi hissediyorum.

Apr 23, 2012

Boyle Mariotte (bkz. Serbest Çağrışım)

Kaç gündür rüyamda, eski binalarda veya çağlarda yaşadığımı falan görüyorum. Ve uyandığımda da resmen rüyanın bittiğine ağlayacak kıvamda buluyorum kendimi. 21.yy beni baydı sanırım.

Apr 13, 2012

Sons of Anarchy: Bağımlılığın alâsı.


Hemen hemen her diziye en azından bir göz atmışlığım vardır ama Doctor Who ve Prison Break hariç hiçbiri bende takıntı boyutuna ulaşmamıştı(-ki onları da bu raddeye gelmesinde, veletlikten beri izliyor/izlemiş olmamın etkisi büyük). Müjde! Grubu üçledik. Zira şu sıralar SoA bağımlılığı tarafından esir alınmış durumdayım. Sürükleyiciliğinin yanında, benim için diziyi çekici kılan en en en ve en büyük etmen, dizide envai çeşidini görebileceğiniz Harley Davidson'lar, Chopper'lar, Night Train'ler ve dahası... İçimdeki motor aşkını tekrar tekrar gün yüzüne çıkarıyorlar resmen. Motor ehliyeti alma işini, bir olay yüzünden askıya almak zorunda kalmıştım ama şu günlerde tekrar düşünür oldum. Neyse.

Dizide sevdiğim ikinci şeyse, müzikler.
Ve enteresan ama müzikleri öyle sahnelere yerleştiriyorlar ki tabiri caizse "cuk oturuyor". Belki de bu yüzden, şarkıları beğenmeme ihtimaliniz en aza indirgenmiş oluyor.

Yazıya böyle girince, dizinin konusunu az çok anlamışsınızdır gerçi ama SoA, kısaca Charming'deki yasa dışı işler yaparken bir yandan da bölgedeki diğer gruplara karşı ayakta kalmak zorunda olan bir motosiklet kulübünün başından geçenleri ele alıyor. Dizinin ünlü motor kulübü Hell's Angels'den esinlenerek oluşturulduğunu okumuştum ama doğruluğu konusunda çok emin değilim açıkçası. Yine de Hell's Angels'in kurucularından biri olan Sonny Barger'ın, dizinin bir bölümde oynadığını, SoA'nın büyük hayranı olduğunu ve dizinin onun günlük yaşamını yansıttığını söylediğini düşünürsek olası görünüyor. Ve tabii Amerika'daki motor kulüplerinin yaşamını gözler önüne serdiği de bir gerçek. Bu arada dizinin yapımcısı olan Kurt Sutter, aynı zamanda Otto karakterini canlandırıyor ve bence bu konuda oldukça da başarılı.

Ayrıca bu diziyle bir ilki de gerçekleştirmiş oldum; genelde kendime tek bir favori belirlemekte zorlanır, 2-3 favori seçerdim (bkz: açgözlülük) ama burada açık ara favorim Opie! Yalnız karakteri canlandıran Ryan Hurst, bir enteresan. Adamın sakallı ve sakalsız hallerinin birbiriyle alakası yok ve şahsen bence, bere ve sakalın aynı anda en çok yakıştığı kişi olmakta kendisi. Genelde sakal pek haz ettiğim bir şey değildir -en azından bu kadar fazlası- ama sanırım ilk defa sakallı birini çekici buluyorum.

Dört alakasız aynı insan.
Her neyse. IMDB'den 8.7 almış bu mis gibi dizinin ülkemizde neden pek rağbet görmediğini anlayamadığımı ve şu an 4 sezonunun mevcut olduğunu, 5. ve 6. sezonlar içinse onay alınmış durumda olduğunu belirtiyor inşallah daha bir 7,8 sezon sürmesi dileklerimle de bitiriyorum.
İygünler.

(Sonradan eklenen) not: Sons of Anarchy izleyen bir allahın kulunu dahi tanımıyor olmak, bir Sons of Anarchy bağımlısının başına gelebilecek en kötü şeymiş.

Mar 29, 2012

Bugün biraz baykuşlardan bahsedelim istiyorum.


Şu kafası okşandıkça uykusu gelen, gözlerini açık tutmakta zorlanan baykuş var ya... İşte onu istiyorum! Başına ödül koydum; bana bu baykuşu hediye edene, Cnbc-e dergisinin yıllar yıllar önceki bir sayısının eşantiyonu olan Hereos iskambil destesini vereceğim. İşbu deste, toplamda 54 karttan oluşmakta olup alınmasının üzerinden yıllar yıllar geçtiği için antika değeri taşımaktadır. Yalnız kartlardan bazıları kaybolmuş olabilir, sonradan "Hani 54 taneydi bunlar?!" diye kapıma dayanmayın...

Bu arada geçen Pazar, şu resimde gördüğünüz kitabı almıştım. Jedediah Berry'nin ilk romanı olmakla beraber iki adet de ödülün sahibiymiş kendisi. Şahsen içinde bolca yağmur, sirk, dedektiflik barındırdığı için ben severek okudum. Karakterlerin isimleri de ayrı bir sevilesi. Velhasıl kelam, boş vakit değerlendirmek için ideal.

Bir de resimdeki dikiş izi tamamen bana aittir, evet. O kolumdakini de Marteniçki niyetine bağlamıştım ama annem ve anneannem kırmızı&beyaz olması konusunda ısrarcı. Buradan da onlara, "Bugüne kadar her yıl kırmızı ve beyaz kullandım da n'oldu sanki? Hem lacivert > kırmızı!" demek istiyorum.

Son olarak, blogun temasını fazla kurcaladım, bozuldu. En çok bu kadar toparlayabildim ama hâlâ çok çirkin. Umarım kendi kendine çok güzel bir tema yaratır. Yoksa iş bana kaldıysa zor yani.

Mar 21, 2012

Bazen biyolojinin olmadığı bir dünya düşlüyorum.

Ötrofikasyonu araştırırken aklına Survivor gelen ve bir anda kendini Acun'un sitesinde bulan yegane insan da ben oluyorum sanırım. Sonuç olarak, sudaki çözünmüş oksijen miktarı azalıyor ve su ekosistemindeki canlı türleri ölümle burun buruna geliyor. Anıl favorim.

Mar 17, 2012

Big in Japan

Önden orijinaller: 
Ve coverları:

Şahsen özellikle Guano Apes ve Ane Brun coverlarını ayrı bir seviyorum. Ama her ne kadar orijinalinin jenerasyonuna yetişememiş olsam da, aslolan yine Alphaville'in Big in Japan'i olarak kalacak sanırım bende.

Bu arada Dead Can Dance, 19Eylül'de Türkiye'ye geliyor ve şuradan da görülebileceği üzere bilet fiyatları 84TL'den başlıyor. Türkiye'ye son geliş tarihlerine bakacak olursak, bir daha gelmeyebilirler bile. Kesinlikle kaçırmak istemiyorum ama 160TL de öğrenci insan için biraz çok. -"Biraz"dan da çok olabilir.- Kötü bir yerden izlemek ise istediğim son şey. Kaç gündür yastayım. Para biriktirmeye mi başlasam acaba...
DCD.

Mar 15, 2012

içimde biri "well" kelimesine takmış durumda.

Çıplaklık, neden bu kadar "ayıp"? Bunu bugüne kadar pek sorgulamadım ama şimdi farkettim ki, bana empoze edilmeye çalışıldığı gibi düşünmüyormuşum. Hayır yani ne olmuş bilmemkimin göğüslerini gördüysek? Çok mu şaşırtıcı? Çok mu yeni? Çok mu değişik? Çok NE?!

Bilgisayarımda nereden geldiklerine dair tek bir fikrimin bile olmadığı şarkılar var. Kim yolladı bana bunları?
Bok gibiler.

Neyse, sakinim.

Mar 10, 2012

Buraya da bir şeyler yazmam gerekiyor ya, işte canımı en çok sıkan şey o.

Bilgisayarımın içi o kadar karışık ki; bazen canım, müzik arşivimde olduğunu bildiğim bir şarkıyı dinlemek istediğinde bulamayıp yeniden indiriyorum.
Bir de
annemin benim için seneler önce örmeye başladığı kazağı yeni bitirdiği gerçeği var. Ve o kazak, tahmin edersiniz ki seneler-önceki-ben'e göre olan bi' kazak.

Dünden beri de nedense Simon and Garfunkel sevgim tavan yapmış durumda.
Asla konserlerine gidemeyeceğim için ciddi anlamda üzüldüğüm tek ikili. 
Çok yanlış zamanda yaşıyorum,
çok.
ve sizi 100 şarkılık Simon and Garfunkel playlisti ile başbaşa bırakıp gidiyorum.

-Yılların alışkanlığı olarak yazımı düzenledim ve yine geldim.-
Şimdi son derece akıllı bi' insan olan ben, vaktiyle Youtube'dan adım soyadımla bir hesap açmışım. O gün bugündür de onu kullanıyorum. Yazın çok sıkıldığım bir ara, Murat Kekilli'nin videolarında eğlenmişim kendimce; yok işte "ASIGIM SANA, EVLEN BENLE" falan yazmışım. Sonra bi' gün Youtube'da bi' inbox'ım olduğunu ve halihazırda okunmamış bir de mesajım olduğunu farkettim. "Alla alla bu neymiş ki?" diyerek mesajı okumamla birlikte, gözümün önünde Murat Kekilli flashbackleri uçuşmaya başladı. Zira mesajda "HIC MURAT BEYI CANLI IZLEDINIZ MI? ONUNLA TANISTINIZ MI?" gibisinden bir şeyler yazıyordu. Sonra tabii Youtube hesabımla vedalaştık. 
Buraya kadar çok problem yokmuş gibi görünüyor ama asıl sorun, Facebook'a adım soyadımı yazınca sadece 2 profil çıkıyor olması. Neyse artık, n'apalım. Hiç yoktan Murat Kekilli hayranlığını üzerine yıkabileceğim bir adaşım var.

Bu da yaşlandığımın kanıtı:

Mar 4, 2012

Üzüleceksin biliyorum fakat gizlemenin anlamı yok; Bakkal Osman, Samsun'dan taşındı.

http://vimeo.com/37318305

Gerizekalının teki olduklarını bile bile sevmeye devam ettiğim insanlar var. Tabii bir de -buraya ait olamayacak kadar- iyi olan ve bi' türlü sevemediklerim...

"Tartışmaya açık bıraktım çayın altını. 
Hangi rafa koymuştum servis takımını? 
Bilemedim. 
Denize kıyısı olmayan insanları hiç sevemedim."

Mar 1, 2012

Neşe, uzun zaman sonra çifte mim yazarsa n'olur?


Bu sorularla ilgili aklıma gelen ilk şeyi yazmam istenmiş. Hadi bakalım diyerek başlıyorum...
Ne?
değil "Efendim?" denir.
Nerede?
Her zamanki yerde. Çantayı siyah takım elbiseli bi' adamdan alacaksın. Çok soru sorma, temiz bi' iş olsun, çantayı kap gel. Hadi aslanım göreyim seni.
Nasıl?
Neden bilmiyorum, şu an kafamda gözlerini kocaman pörtleterek "Nassıl?" diyerek suratıma bakan yaşlı bi' teyze canlandı. Hani sanki ben çook ilginç bir şeyler anlatmışım da o da ona şaşırıyormuş da bilmem de neymiş falan amaaaan...
Ne zaman?
Olabildiğince çabuk. Hatta mümkünse şimdi. Uyuyacağım da.
Kim?
Ben! Ben! Ben!


Buradan sonrası da klasik soru-cevap mantığı işte; zaten açıklamaya gerek olmamasının yanında, felaket de üşenmekteyim.
1-Hayatınız filme çekilse adı ne olurdu ve soundtrackinde hangi şarkılar yer alırdı?
"Şuna ne dersiniz?", "Aooaooov bak bu isim de çok güzelmiş.", "Hii bu çok güzeeeeeeel! Ama o da güzel!!!", "Ayy bilemedim ki n'apsak? Neyse. Bi' çay koy da içelim." derken isim falan koyamazdık bence. Ha, filmin yapım aşamasında görev alacak elemanlar benden daha kararlı insanlarsa, belki bir ihtimal isim konabilirdi ama iş bana bakıyorsa zor yani. Amma ve lâkin, soundtrack albümünde şu iki şarkı kesin* olurdu:
*Benden beklenmeyecek bu kararlılık için The Mayan Factor ve Arctic Monkeys'e saygılar.

2-Bir şeyleri değiştirme gücünüz olsa, neyi ya da neleri değiştirirdiniz?
Şimdi açık konuşayım; hayvanları sevmem, fobim var, dokunamam vs. Ama yine de onlara işkence yapanları gördükçe asabım bozuluyor. Bu yüzden de "10 adımda nasıl sadist olunur?" tarzı kitaplar yazabilecek potansiyele sahip bu manyakları ortadan kaldırmayı can-ı gönülden isterdim açıkçası.

3-Sizi en çok etkileyen sinema sahnesi ya da sahneleri?
Vücudumdaki %70 oranındaki suyun hatrı sayılır bir miktarını benden alıp götüren filme adıyorum bu sorunun cevabını: Schindler's List. Zira "Bir insan bir filmde en fazla ne kadar ağlayabilir?" sorusuna verilebilecek en güzel yanıttım bunu izlerken. Hangi sahnesi olduğunu söylememe de gerek yok sanırım ama Oscar Schindler'in filmin sonundaki "Daha çok insan kurtarabilirdim." gibisinden sözler sarfettiği sahne diye de belirteyim, n'olur n'olmaz.

4-Yaşadığın şehir bir günlüğüne yalnızca sana tahsis edilmiş, senden başka hiç kimse yok. Ne yaparsın?
"Hangi beyinsiz beni burada tek başıma bıraktı?" ile başlayan "Hay ben sizin..." ile devam eden ve sonunun nerelere varacağını söylememin pek hoş olmayacağı sözler sarfederek geçirirdim tüm günü herhalde. Ha ama bak, daha önceden gitmediğim bir şehirde tek kalsam işler değişirdi. Deniz kenarı olsun mümkünse.

5-Şu sıralar ilgiyle takip ettiğiniz diziler?
Dizi dizi. Hummm... Şu an yayınlanan dizilerden izlediğim pek yok aslında -malum sınav yaklaştı- ama hazır yeni sezona daha zaman varken, Doctor Who'nun eski siyah beyaz bölümlerini izliyorum. Bir de Gülse Birsel manyaklığım tarafından esir alındığım için el mahkum Yalan Dünya'yı takip ediyorum.

Son olarak, RE-L124c41+'e mim için teşekkürlerimi ve öpücüklerimi gönderip bugünlük bu kadar diyorum.

Feb 26, 2012

Şarkılı, resimli ve saçmalıklı post.

Biliyorum sabahın köründe yapılacak en mantıklı şey değil ama şu an bunu yazmam gerekiyordu... İnsanları umursuyorum! Hepsini değil tabii ama bi' kısmını çok fazla umursuyorum. Şimdiye kadar bunun böyle olmadığını sanırdım ama görüyorum ki hataymış. Ve hatta ortada hiçbir neden yokken bile, onları kaybetmekten korkuyorum. Yine de bunun olmaması için herhangi bir şey de yapmıyorum. Sanırım sadece umursuyor olmanın yetebileceğini düşünüyor kendim, benden habersiz. Of bazen insanın kendini anlaması bile zor iş.

Bu arada, 1000 parçalık puzzle alan kendimi, ensemden tutup pencereden aşağı sallandırasım geliyor. Kutuda kolay duruyordu, çıkarınca zorlaştı meret. Kaç saat uğraştım yarısını bırak -hatta çeyreğini bile bırak-, 10da biri bitmedi! Hiç bana göre bir iş değilmiş. Anladım. Şükür. Yine de bitince şahane olacak. Bitirebilirsem tabii... Tanrım! Neden puzzle denen şeyi yarattın?! Sanırım ağlayacağım. Çok acı çekiyorum. Kahhrrrr...
Bir de şöyle bir şeyler çizdim;
İlk defa keçeli kalemle resim yapmayı denedim
ve sanırım bir daha da denemeyeceğim.
3 buçuk saat falan uğraştım ve ortaya çıkan yalnızca bu!

Feb 22, 2012

Şöyle bir grup
ve
şöyle de bir şarkıları
var.
Aşık olmamak için ise tek bi' sebebim bile yok. Sonuna kadar dinleyin, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Feb 17, 2012

Benim için de ders çalışmak böyle bir şey olsa gerek.

Lise mezunu muyum yoksa kreş çocuğu mu, belli değil.
Sanırım.
Çıkarılan ders: Ojeli tırnaklarla uhu kullanman gerekirse, ölüm kalım meselesi* bile olsa boşver gitsin. Aksi halde sonuç berbat oluyor.

*abartmanın da böylesi.

Feb 7, 2012

Agnes Obel.
Bu kadına hayran olunmaz da kime olunur, cidden bilmiyorum... Mesela şöyle örnek vereyim. Albümlerinden birini indirip hemen daha çok daha çok dinlemek için de sizi şöyle alayım. Şu an diğer albümü için link aramaya üşeniyorum ama onu da bulup dinleyin mutlaka.

Feb 3, 2012

All about him.


Son zamanlarda en çok güldüğüm şey, şu yukarıdaki resimde gördüğünüz "hakkında" yazısı oldu.
1, 2 ve 3 diye numaralandırdıklarım da ben spoiler butonlarını açtıkça ortaya çıkanlar.

Jan 28, 2012

Bi' şeyler bi' şeyler.


Favori sayfalarımdan biri.
Resme tıklayınca ne olacağını biliyorsunuz.
Ve bir de.

Jan 19, 2012

Yine konu bütünsüzlüğü yaşıyorum.

Doctor Hoo.
Siz Doctor Who sevenler espriyi hemen kaptınız, biliyorum.

Bu günlerdeki en büyük sorunum, televizyonumuzun kendiliğinden kapanmaması. Şöyle ki, normalde uydu yayınını kapattıktan sonra karlı bir ekran çıkıyordu ve bizim çok akıllı televizyonumuz "Herhalde bunlar televizyonu açık unuttu gitti. Yazık, elektrik yazmasın. Ben iyisi mi kendi kendime bi' kapanıvereyim." diyerek 2,3 dakika içerisinde kendi kendine kapanıyordu. Ama televizyonumuzdan daha da akıllı olan babam, nasıl becerdiyse o güzelim karlı ekranı yokedip yerine belediye yayını koymuş. Artık uydu yayınını kapatsan da televizyon kapanmıyor; ya kalkıp düğmesinden kapatacaksın ya da sonsuza kadar TV izleyeceksin! Burada sorulması gereken çok önemli bir soru var: Peki neden uzaktan kumandayı kullanmıyorum? İşin aslı, onu ben de bilmiyorum ama uzaktan kumanda genelde bulunduğum yere televizyondan daha da uzak olduğu için olabilir. -Böylece buradan da yetkililere "uzaktan kumanda getirici" yapmaları konusunda seslenmiş olalım. Belki sesimizi duyup televizyonunu kapatamayan bir garibi daha sevindirmek isteyen olur falan filan.-

Şimdi. Şu son derece saçma televizyon muhabbetini bir kenara bırakırsak... Şu günlerde muzdarip olduğum çok önemli bir konu var ki o da; Google Chrome'un önüne gelen her kelimenin altını kırmızı tırtıklı çizgi ile çizip beni "Yanlış mı yazdım acaba?" diye ikilemde bırakması. Hayır, kelimenin altını çizmekle kalmıyor, sağ tıkladığımda da abuk subuk kelimeler öneriyor. (Mesela muzdarip için önerdiklerine bakalım hemen: Omuzdaki, triomuzda, baromuzda, ciromuzda.) Sırf bu yüzden TDK'nın sitesine en çok tıklayan kişi seçilebilirim.

Öheh neyse, benim asıl yazmak istediğim konu bu da değildi esasen. Muzdaribin altını çizince bir an için celallendim. Neyse artık onu da başka zaman yazarım. (Magazin programlarındaki az sonra olayına döndü bu da ama neyse.)

Bir de giderayak hâlâ duymamış olanlar için şükela bi' grubu tanıtayım; The Mars Volta. (Daha doğrusu tıklayın, vikipedi tanıtacak.)
Birkaç şarkı ile de örnek vermek gerekirse;

Bol bol reklam ve sitem içeren bir yazı okudunuz. İyi günler dilerim.