Jan 28, 2012

Bi' şeyler bi' şeyler.


Favori sayfalarımdan biri.
Resme tıklayınca ne olacağını biliyorsunuz.
Ve bir de.

Jan 19, 2012

Yine konu bütünsüzlüğü yaşıyorum.

Doctor Hoo.
Siz Doctor Who sevenler espriyi hemen kaptınız, biliyorum.

Bu günlerdeki en büyük sorunum, televizyonumuzun kendiliğinden kapanmaması. Şöyle ki, normalde uydu yayınını kapattıktan sonra karlı bir ekran çıkıyordu ve bizim çok akıllı televizyonumuz "Herhalde bunlar televizyonu açık unuttu gitti. Yazık, elektrik yazmasın. Ben iyisi mi kendi kendime bi' kapanıvereyim." diyerek 2,3 dakika içerisinde kendi kendine kapanıyordu. Ama televizyonumuzdan daha da akıllı olan babam, nasıl becerdiyse o güzelim karlı ekranı yokedip yerine belediye yayını koymuş. Artık uydu yayınını kapatsan da televizyon kapanmıyor; ya kalkıp düğmesinden kapatacaksın ya da sonsuza kadar TV izleyeceksin! Burada sorulması gereken çok önemli bir soru var: Peki neden uzaktan kumandayı kullanmıyorum? İşin aslı, onu ben de bilmiyorum ama uzaktan kumanda genelde bulunduğum yere televizyondan daha da uzak olduğu için olabilir. -Böylece buradan da yetkililere "uzaktan kumanda getirici" yapmaları konusunda seslenmiş olalım. Belki sesimizi duyup televizyonunu kapatamayan bir garibi daha sevindirmek isteyen olur falan filan.-

Şimdi. Şu son derece saçma televizyon muhabbetini bir kenara bırakırsak... Şu günlerde muzdarip olduğum çok önemli bir konu var ki o da; Google Chrome'un önüne gelen her kelimenin altını kırmızı tırtıklı çizgi ile çizip beni "Yanlış mı yazdım acaba?" diye ikilemde bırakması. Hayır, kelimenin altını çizmekle kalmıyor, sağ tıkladığımda da abuk subuk kelimeler öneriyor. (Mesela muzdarip için önerdiklerine bakalım hemen: Omuzdaki, triomuzda, baromuzda, ciromuzda.) Sırf bu yüzden TDK'nın sitesine en çok tıklayan kişi seçilebilirim.

Öheh neyse, benim asıl yazmak istediğim konu bu da değildi esasen. Muzdaribin altını çizince bir an için celallendim. Neyse artık onu da başka zaman yazarım. (Magazin programlarındaki az sonra olayına döndü bu da ama neyse.)

Bir de giderayak hâlâ duymamış olanlar için şükela bi' grubu tanıtayım; The Mars Volta. (Daha doğrusu tıklayın, vikipedi tanıtacak.)
Birkaç şarkı ile de örnek vermek gerekirse;

Bol bol reklam ve sitem içeren bir yazı okudunuz. İyi günler dilerim.

Jan 13, 2012

Bir bu eksikti; şimdi tamamız.

Şu haberi görmeyen kaldı mı bilmiyorum ama bir "YUH" da benden. "Sağlık sigortan yoksa gelir testi yaptıracaksın, ona göre prim ödemek zorundasın. Ha, gelir testi yaptırmıyor musun? O zaman da aylık gelirin asgari ücretin iki katı sayılacak ve 213TL ödeyeceksin." diyen devlet, -bu cümleyi kullanmayı da pek sevmem ama- neyin kafasını yaşıyorsun cidden? Zaten insanlar keyfinden yaptırmıyordu sağlık sigortasını, değil mi ya?!

Jan 3, 2012

Size şarkı upload'ladım...

...zira Youtube türevi hiçbir siteden link bulamadım. Buyrun buradan indirin; http://www.megaupload.com/?d=H4Y6JDD1

Jan 2, 2012

Tolstoy; İtiraflarım.

"On altı yaşından itibaren dua etmeyi, kiliseye gitmeyi ve kendi irademle oruç tutmayı bıraktım. Bana çocukluğumda öğretilen şeylere inanmıyordum, ama inandığım bir şeyler vardı. Neye inandığımı ise hiç anlatamıyordum. Bir Tanrı'ya inanıyordum. Ya da daha doğrusu Tanrı'yı inkar etmiyordum. Ama nasıl bir Tanrı'ya inandığımı tanımlayamıyordum. Geçmişe dönüp baktığımda şimdi şunu açıkça görebiliyorum ki, benim itikatim -tek gerçek itikatim- hayvani içgüdülerimin dışında hayatıma yön veren o itici güç, kendimi mükemmelleştirme­ye olan inancımdı. Ama bu mükemmelleştirmenin içeriği ve amacı neydi, anlatamıyorum. Kendimi zihnen geliştirmeye çalışıyordum, araştırabileceğim her şeyi araştırıp öğreniyordum, hayatın yolu­ma çıkardığı her şeyi. Irademi mükemmel hale getirmeye çalıştım; kendi kendime kurallar koyuyor, sonra bu kurallara uymaya çalışıyordum. Kendimi fiziken geliştiriyordum, her türden egzersizle gücümü ve çevikliğimi artırdım. Kendimi her şekilde yoksun bırakarak dayanıklı ve sabırlı olmaya alıştırdım. Bunların hepsini mükemmel insan olma yolunda yapılması gerekli şeyler olarak görüyordum. İlk başta ahlaki açıdan mükemmelliğe ulaşmak fıkri vardı tabii ki. Ama bu kısa süre sonra yerini her alanda mükemmelliğe ulaşma, sadece kendi gözümde ya da Tanrının gözünde değil, başka insanların gözünde de daha iyi bir yerde olma isteğine bıraktı. Bu çaba da çok geçmeden başkalarından daha güçlü olma arzusuna dönüştü; başkalarından daha ünlü, daha önemli ve daha varlıklı olma arzusuna."

Dec 31, 2011

Hakkımda 7 gerçek.

1. 21. yüzyıldayız ama hâlâ batıl inançlarım var.
2. Aynı zamanda uykum var.
3. Biraz bencilim.
4. Bazen yalan söylerim.
5. Çok bencilim.
6. Bazen dürüstüm.
7. Barkın'ı özledim.

Dec 26, 2011

Melloriiiine melloriiine.


İyi ki doğdun Neşeeeeeeee!
Google kankam doğum günüm için bana özel logo tasarlamış, ben de "Teşekkür ederim." yazıp Google'da aradım. Reşit Neşe esprisi de hiç çekilmiyor, farkındayım.

Dec 25, 2011

-Who Are You? +I'm the Doctor. -Doctor who?

Uzun zamandır beklediğim şey sonunda oldu. Doctor Who'nun ilk 26 sezonu çevrilmeye başlanmış! Şimdilik ilk sezonun 26 bölümü çevrilmiş ama devam edeceklerini umuyorum. Vakt-i zamanında bu bölümleri çok arayıp sadece bir iki tanesini bulabilmiştim. Altyazısız da olsa ilk bölümü izlemiş ve bayağı eğlenmiştim açıkçası. Doğal olarak, insanlar kamera karşısında şimdiki kadar rahat değillermiş o dönem ama yine de izlettiriyor kendini bu dizi.

Dec 23, 2011

Fazlasıyla gecikmiş bir şeyler ve birkaç çizim.

Yazmaya koca bir -hatta iki- özürle başlamalıyım sanırım. Zira çok geç kaldım bu mim ve ödül yazısını yazmak için ama yine de Aquamarine ve Mr.E'ye bolca teşekkürlerimi göndermeyi ihmal etmiyorum.

Ödülü Aquamarine göndermişti ama sanırım o post'u kaldırmış blogundan, göremedim.:/

Mr.E'den gelen mimin konusu ise yeni yıl için istediğim 12 şey. Oniki tane çıkar mı bilmiyorum ama başlayalım bakalım...
1. "Yarım saat sonra ders çalışacağım." deyip yarım saat sonra gerçekten de ders çalışmaya başlayabilmek. Evet, yeni yılda en çok istediğim şey bu yetiye sahip olmak sanırım.
2. Düzen. Özellikle uyku düzeni.
3. Sercan'ın üşengeçlikten bir türlü yollayamadığı mektubu göndermesi. (OHA! Göz Açık Rüya da, kepenkleri indirmiş. Neden herkes bloglarını terkediyor?! Ağız tadıyla sitem bile edemiyorum!)
4. Limonlu dondurma.
5. Vişneli dondurma.
6. D.Gray-man'in bütün ciltleri. (Bu arada yeni chapter'a da az kaldı. Umarım mangaka 15 sayfa civarı çizmemiştir yine. Bir ay boyunca bekleyip 15 sayfa ile karşılaşmak...çok.sinir.bozucu!)
7. Ehliyet. (Bugün, bu dünyadaki 17.yılımın son günü bu arada.)
8. Resim tableti.
9. 1 Nisan'da, birilerine şaka yapabilecek ruh haline sahip olmak. Malumunuz YGS var o gün, gülecek takatim bile kalmayabilir.
10. Her yıl bilet almama rağmen amorti bile alamadığım, Milli Piyango'nun bu sene bana çıkması.
11. Akabinde milyoner olmak.
12. Dünya barışı. (Eh, hep kendim için bir şeyler istemek olmazdı. Tamam. İsteyebileceğim tonla şey varken, isteyecek bir şey bulamadım da denebilir.)

Çizdiklerime gelirsek... İlk iki çizim, Portgas D. Ace, One Piece'ten. Diğer çizimdekiler de D.Gray-man'in mangasından Allen -chapter 210'dan-, Cross ve Mana -206'dandı sanırım bunlar da.-.



Bu arada, benden Vicious çizmemi isteyen biri vardı. Halâ varsa şayet ve okuyorsa burayı, bana güzel bi' resim atarsa çizebilirim. Ben düzgün bir şey bulamıyorum çünkü.
Bugünün şarkısı da bu olsun.

Dec 3, 2011

Buraya birkaç şarkı bırakıyorum...

...çünkü bu aralar yazacak pek bir şey yok, daha çok dinliyorum.
Son şarkının Radiohead versiyonunu daha çok sevsem de güzel cover olmuş. Her neyse, ben bu listeyi daha karmaşık hale getirmeden burada keseyim en iyisi.

Bir de şöyle bir şey çizmiştim yine bir sıkıntı anında;


Nov 30, 2011

Ispartalı, Ispartalı olalı böyle çeviri görmedi.


Ispartalılar, sert bir biçimde yetiştirilirler ve sağlam yapılıdırlar. Bunu Gustave Flaubert'in Madam Bovary adlı eserinde de açıkça görebiliriz. Günümüzde Norm Yayınları tarafından da basılan bu eser, muazzam bir Türkçe'ye ve akıcı bir dile sahip. Bu özverili ve kusursuz çalışmada emeği geçen herkese saygılarımı iletiyor ve bu kitabı kitaplığıma sokan kişiyi bulmaya gidiyorum... Teşekkür etmek için tabii ki.

Nov 27, 2011

Yazılabilecek milyon tane başlık varken bile başlık bulamıyorum abi ben. Özetle, Fringe'den bahsettim, bu yani.


Sonunda Fringe izlemeye başlayabildim ve henüz sadece ilk bölümü izlemiş biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim; MÜTHİŞ! Bu dizi bana çok fazla övüldü, dolayısıyla beklentim de epey yüksekti. Hani hayal kırıklığına falan uğratması gerekirdi bu durumda, ama yok. Aksine ayıla bayıla izledim. 4.sezona ne ara yetişirim -ya da kaçıncı sezonda güncele yetişirim demeliydim- bilmiyorum ama bu diziyi daha fazla bekletmediğim için mutluyum şahsen. Zira bir yıldır falan izleyeceğim deyip bir türlü başlayamıyordum. Her neyse demek istediğim, benim gibi hâlâ bu diziyi bekletenler varsa şayet, hayatlarının hatasını yapıyor olabilirler! Ha, tamam. Hayatlarının hatası olacak kadar kocaaaaman bir şey olmayabilir ama ufak da olsa hata hatadır. 
Son olarak, dizinin adını hiç duymamış olanlar kalmış mıdır bilmiyorum ama "Konusu neymiş peki bu kadar övdüğün dizinin? Bize onunla gel." diyebilecek birileri çıkar diye buraya şöyle de bir şeyler koyuyorum;

"Boston Logan havaalanına indikten sonra hiçbir hayat ibaresi taşımayan uçakta olup bitenleri araştırmak için FBI özel ajanı Olivia Dunham ve bazı özel birlikler bir arada görevlendirilir. (Anna Torv) Ortağı John Scott (Mark Valley)’ ın araştırma sırasında ölümle burun buruna gelmesi üzerine Olivia kendisine yardım edebilecek birilerini aramaya başlar. Zamanımızın Einstein’ i olan Dr. Walter Bishop (John Noble) yardım edebilecekler arasında başı çekmektedir. Fakat ortada çözülmesi gereken bir problem vardır: Dr. Bishop son 17 yılını bir akıl hastanesinde parmaklıklar arkasında geçirmiştir ve onu oradan çıkarabilmenin tek yolu oğlu Peter (Joshua Jackson)’ın vekâlet etmesini sağlayarak hastaneden çıkmasını sağlamaktan geçmektedir.
Olivia Multimilyoner şirket Massive Dynamic’ e karşı yürütülen soruşturmayı yönetirken, birlikte hareket ettiği Vatan güvenlik Temsilcisi Phillip Broyles (Lance Reddick) ve FBI ajanları Charlie Francis (Kirk Acevedo) ile Astrid Farnsworth (Jasika Nicole), Massive Dynamic’in hep kendi çıkarlarını düşünen şirket yöneticisi Nina Sharp (Blair Brown) un bu işte bir parmağı olabileceğini fark etmektedirler. Hatta uçuş 627’nin sadece gelişen sarsıcı olayların küçük bir bölümünü oluşturduğunu öğrenirler."

Çok önemli not: Benim beklentim çığ gibi olmasına rağmen beğendim diye sizin de beğenmeniz gerekmez pek tabii. Hatta belki de şu beklenti olayını minimumda tutmak gerek ama içimden geldi, yazdım gitti. En azından şöyle değerlendirebiliriz diziyi: asla ama asla vakit kaybı değil.

Nov 26, 2011

no prayer can ease the pain.

"Ve ben istedim diye olmazsın biliyorum ama ben de senin çok mutlu olmanı istiyorum."
Bu cümlenin birkaç gün sonra 3.yaşını dolduracak olması ve...
Çok fazla boşluk.
*

Nov 17, 2011

Bugün günlerden Perşembe.

Özleyeceklerimin, özlediklerimden de çok olacağını bilmek korkutucu. Hypnogaja bile nostaljik hissettirebiliyorken hem de. Kaç yıl oldu? 3 mü 5 mi?
Bence 40.
Zamanın bu kadar hızlı oluşu. Ürkütücü değil mi yani?

Bugün çözdüğüm bi' soruda yazar, "İçimde gerçek zamandan bağımsız akıp giden bir zaman var ve bunu size tarif edemem." diyordu. "Ben ona göre yaşıyorum."

Eğlenceli bi' şarkı koyayım bari.

Nov 11, 2011

Oct 16, 2011

Balığa ağıt.


şu yukarıda gördüğünüz şeye sahiptim bir -bilemedin birkaç- ay kadar önce. arkadaşım, kendisi için balık alırken "benim de olsun" mantığım devreye girmiş ve o hevesle kapmıştım bir tane. evde halihazırda bir akvaryumum var sanıyordum ama o taşınırken kırıldığı için çoktan atılmış. tabi çok saygıdeğer aile büyüklerim bunu bana söylemeyi atladığı için ben de fanus almayı atladım. durumu öğrenince balığı borcama koydum. ama boyu kısa geldi. balık rahat edemedi. şarap kadehine koydum (yukarıda). eni dar geldi. balık rahat edemedi. balık şarap kadehine çok şeker(!) minik kakalar yaptı. annemin içi rahat edemedi. en sonunda babam uygun bir şeyler bulup içine koydu. balık rahat etti. annemin içi rahat bir nefes aldı. düzenli olarak yem verdim. 2 gün falan. düzeni daha fazla devam ettiremedim. sorumluluk bana çok geldi. balık rahat edemedi. balık acıktı. annem yem verdi. annem çok yem verdi. balık yedi. balık çok yedi. ben rahat edemedim. babama suyunu değiştirelim dedim. babam sonra değiştiririz, daha temiz o su dedi. balık rahat edemedi. bütün bunlar neticesinde. balık öldü. ölmüş yani. görecek kadar düzenli yaşayamadım. balık, ona isim koymamı beklemeden öldü. balık, ben ona iyelik eki ekleyemeden öldü. hoşçakal balık. ben üzüldüm.

bir de bu aralar, kalbimle halletiğimizi sandığım sorunlarımız tekrar vuku buldu. sanırım yine doktor yolu göründü bana. ayrıca, manga okuma alışkanlığının bir dezavantajı olarak, karikatürleri de sağdan başlayarak okuyorum artık. beynim?

Oct 3, 2011

Sep 29, 2011

Kısacası huzursuzum.

Geçen gün otobüse, yürüme engelli bir adam bindi. İneceği yerde de her normal vatandaşın yapması gerektiği gibi "duracak" yazısının yanmasını sağlayan o kırmızı düğmeye bastı ve bir de ek olarak şoförden, tekerlekli sandalyesiyle inebilmesi için rampa denen o şeyi açmasını rica etti. Ama şoförün tam da o sırada yanındaki adamla konuşmak gibi çok önemli bir işi vardı ne yazık ki. Dolayısıyla rampa falan açılmadı. Adam, yine de bir umut "Kaldırıma çok uzaksınız, rampa açılmayacak." dedi. Şoförümüz oralı bile olmadı pek tabii. Otobüs tekrar yol almaya başladı. O sırada adamı duymuş olan ben de dahil birkaç kişi içten içe huzursuz olmaya başladık. Huzursuzduk ama bir şey de yapmıyorduk. En sonunda bir kadın "Duymadı mı acaba?" dedi, bir şey yapmamış olmanın verdiği huzursuzlukla. Neyse, sonuç olarak adam nihayet iki durak sonra inebildi. Tam inecekken o rampa denen şeyin, yine kaldırıma uzak olduğunu gördü ve şoföre söyledi. Şoför de "Araba parketmiş, kaldırıma yanaşamadım. Ben yardım edeceğim abicim sana." dedi ve cidden adama yardım etti. Adamı indirirken de kaldırıma yanaşmasını engelleyen, park halindeki aracın sahibine söyleniyordu. Hatta hepimizin duyacağı şekilde bağırıyordu: "Ayıp değil mi bu arabayı buraya parketmişsiniz?! Sizin yüzünüzden bir vatandaşımız mağdur oluyor burada!" Adamın indikten sonra yokuşu çıkışını huzursuzca izledim. Hâlâ huzursuzum. "En azından kendime bir pay çıkarabiliyorum." da yetmiyor bu defa huzursuzluğuma.

Bir de bu aralar, kimseye saygısı olmayan insanların bile herkesten saygı beklemesi; insanların, demokratik bir ülkede yaşadığımızın altını yüzlerce kez çizdikten sonra, fikirlerine sorgusuz sualsiz katılmamızı beklemeleri; yine demokrasiyi ve eşitliği savunan insanların hoşgörüden bihaber yaşamaları; değişik fikirlere bu derece kapalı olunması ve daha birçok şey fena halde canımı sıkıyor. Ama bunları buraya yazsam ne değişecek diyorum, susuyorum. Başka biri bunları konuşsak ne değişecek diyor, susuyor. Bir diğeri, bu böyle gelmiş böyle gider artık diyor, susuyor. Ve farkında mısınız bilmem ama hepimiz sürekli başkalarının bir şeyler yapmasını bekliyoruz. Ki en başından beri söylediğim gibi buna ben de dahilim. İşte bu defa öyle olmasın istedim. Bilmem anlatabildim mi?

Sep 21, 2011

Velhasıl kelam kendime bir yardımcı tutabilirim; başlıkları yazması için.

Bugün NTV Tarih almak için bayiiye girdiğimde, başıma geleceklerden elbetteki habersizdim. Fakat; CNBC-E Business ile gözgöze geldiğim o andan itibaren kendime gelemiyorum. NEDEN Mİ? Maalesef bu yüzden.

Ayrıca derginin hediyesiyle resmen aşk yaşıyorum. Dergi çalışanları, Unutulmaz Yeşilçam Şarkıları diye bir albüm derlemişler -sağ olsunlar-. Aralarında hatırlamadığım birkaç şarkıyı saymazsak, çocukluğuma dönmüş gibi hissettim. Ve fakat, makus talihim yüzünden geçen ayki sayıda verilen bu 2. albümün ilkini kaçırmış bulunmaktayım. Ama dert değil, bir yerlerden bulunur elbet.

Bir de Ajda Pekkan, ablası Semiramis Pekkan'a benzemek
için olmuş o kadar ameliyatı. Eğer beni de bir gün o ameliyat
senin bu estetik cerrahi uzmanı benim diye koşar  vaziyette
görürseniz bilin ki tüm amacım; bu kadına benzemek olacak!

Bu arada estetik cerrahi bana çil yapabilecek kadar da gelişmiş midir? Hoş, Maykıl'cığımı beyazlatacak kadar geliştiyse bana da yapay çil bulunur diye umuyorum.
Sevgiler, saygılar...