Dec 31, 2011

Hakkımda 7 gerçek.

1. 21. yüzyıldayız ama hâlâ batıl inançlarım var.
2. Aynı zamanda uykum var.
3. Biraz bencilim.
4. Bazen yalan söylerim.
5. Çok bencilim.
6. Bazen dürüstüm.
7. Barkın'ı özledim.

Dec 26, 2011

Melloriiiine melloriiine.


İyi ki doğdun Neşeeeeeeee!
Google kankam doğum günüm için bana özel logo tasarlamış, ben de "Teşekkür ederim." yazıp Google'da aradım. Reşit Neşe esprisi de hiç çekilmiyor, farkındayım.

Dec 25, 2011

-Who Are You? +I'm the Doctor. -Doctor who?

Uzun zamandır beklediğim şey sonunda oldu. Doctor Who'nun ilk 26 sezonu çevrilmeye başlanmış! Şimdilik ilk sezonun 26 bölümü çevrilmiş ama devam edeceklerini umuyorum. Vakt-i zamanında bu bölümleri çok arayıp sadece bir iki tanesini bulabilmiştim. Altyazısız da olsa ilk bölümü izlemiş ve bayağı eğlenmiştim açıkçası. Doğal olarak, insanlar kamera karşısında şimdiki kadar rahat değillermiş o dönem ama yine de izlettiriyor kendini bu dizi.

Dec 23, 2011

Fazlasıyla gecikmiş bir şeyler ve birkaç çizim.

Yazmaya koca bir -hatta iki- özürle başlamalıyım sanırım. Zira çok geç kaldım bu mim ve ödül yazısını yazmak için ama yine de Aquamarine ve Mr.E'ye bolca teşekkürlerimi göndermeyi ihmal etmiyorum.

Ödülü Aquamarine göndermişti ama sanırım o post'u kaldırmış blogundan, göremedim.:/

Mr.E'den gelen mimin konusu ise yeni yıl için istediğim 12 şey. Oniki tane çıkar mı bilmiyorum ama başlayalım bakalım...
1. "Yarım saat sonra ders çalışacağım." deyip yarım saat sonra gerçekten de ders çalışmaya başlayabilmek. Evet, yeni yılda en çok istediğim şey bu yetiye sahip olmak sanırım.
2. Düzen. Özellikle uyku düzeni.
3. Sercan'ın üşengeçlikten bir türlü yollayamadığı mektubu göndermesi. (OHA! Göz Açık Rüya da, kepenkleri indirmiş. Neden herkes bloglarını terkediyor?! Ağız tadıyla sitem bile edemiyorum!)
4. Limonlu dondurma.
5. Vişneli dondurma.
6. D.Gray-man'in bütün ciltleri. (Bu arada yeni chapter'a da az kaldı. Umarım mangaka 15 sayfa civarı çizmemiştir yine. Bir ay boyunca bekleyip 15 sayfa ile karşılaşmak...çok.sinir.bozucu!)
7. Ehliyet. (Bugün, bu dünyadaki 17.yılımın son günü bu arada.)
8. Resim tableti.
9. 1 Nisan'da, birilerine şaka yapabilecek ruh haline sahip olmak. Malumunuz YGS var o gün, gülecek takatim bile kalmayabilir.
10. Her yıl bilet almama rağmen amorti bile alamadığım, Milli Piyango'nun bu sene bana çıkması.
11. Akabinde milyoner olmak.
12. Dünya barışı. (Eh, hep kendim için bir şeyler istemek olmazdı. Tamam. İsteyebileceğim tonla şey varken, isteyecek bir şey bulamadım da denebilir.)

Çizdiklerime gelirsek... İlk iki çizim, Portgas D. Ace, One Piece'ten. Diğer çizimdekiler de D.Gray-man'in mangasından Allen -chapter 210'dan-, Cross ve Mana -206'dandı sanırım bunlar da.-.



Bu arada, benden Vicious çizmemi isteyen biri vardı. Halâ varsa şayet ve okuyorsa burayı, bana güzel bi' resim atarsa çizebilirim. Ben düzgün bir şey bulamıyorum çünkü.
Bugünün şarkısı da bu olsun.

Dec 3, 2011

Buraya birkaç şarkı bırakıyorum...

...çünkü bu aralar yazacak pek bir şey yok, daha çok dinliyorum.
Son şarkının Radiohead versiyonunu daha çok sevsem de güzel cover olmuş. Her neyse, ben bu listeyi daha karmaşık hale getirmeden burada keseyim en iyisi.

Bir de şöyle bir şey çizmiştim yine bir sıkıntı anında;


Nov 30, 2011

Ispartalı, Ispartalı olalı böyle çeviri görmedi.


Ispartalılar, sert bir biçimde yetiştirilirler ve sağlam yapılıdırlar. Bunu Gustave Flaubert'in Madam Bovary adlı eserinde de açıkça görebiliriz. Günümüzde Norm Yayınları tarafından da basılan bu eser, muazzam bir Türkçe'ye ve akıcı bir dile sahip. Bu özverili ve kusursuz çalışmada emeği geçen herkese saygılarımı iletiyor ve bu kitabı kitaplığıma sokan kişiyi bulmaya gidiyorum... Teşekkür etmek için tabii ki.

Nov 27, 2011

Yazılabilecek milyon tane başlık varken bile başlık bulamıyorum abi ben. Özetle, Fringe'den bahsettim, bu yani.


Sonunda Fringe izlemeye başlayabildim ve henüz sadece ilk bölümü izlemiş biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim; MÜTHİŞ! Bu dizi bana çok fazla övüldü, dolayısıyla beklentim de epey yüksekti. Hani hayal kırıklığına falan uğratması gerekirdi bu durumda, ama yok. Aksine ayıla bayıla izledim. 4.sezona ne ara yetişirim -ya da kaçıncı sezonda güncele yetişirim demeliydim- bilmiyorum ama bu diziyi daha fazla bekletmediğim için mutluyum şahsen. Zira bir yıldır falan izleyeceğim deyip bir türlü başlayamıyordum. Her neyse demek istediğim, benim gibi hâlâ bu diziyi bekletenler varsa şayet, hayatlarının hatasını yapıyor olabilirler! Ha, tamam. Hayatlarının hatası olacak kadar kocaaaaman bir şey olmayabilir ama ufak da olsa hata hatadır. 
Son olarak, dizinin adını hiç duymamış olanlar kalmış mıdır bilmiyorum ama "Konusu neymiş peki bu kadar övdüğün dizinin? Bize onunla gel." diyebilecek birileri çıkar diye buraya şöyle de bir şeyler koyuyorum;

"Boston Logan havaalanına indikten sonra hiçbir hayat ibaresi taşımayan uçakta olup bitenleri araştırmak için FBI özel ajanı Olivia Dunham ve bazı özel birlikler bir arada görevlendirilir. (Anna Torv) Ortağı John Scott (Mark Valley)’ ın araştırma sırasında ölümle burun buruna gelmesi üzerine Olivia kendisine yardım edebilecek birilerini aramaya başlar. Zamanımızın Einstein’ i olan Dr. Walter Bishop (John Noble) yardım edebilecekler arasında başı çekmektedir. Fakat ortada çözülmesi gereken bir problem vardır: Dr. Bishop son 17 yılını bir akıl hastanesinde parmaklıklar arkasında geçirmiştir ve onu oradan çıkarabilmenin tek yolu oğlu Peter (Joshua Jackson)’ın vekâlet etmesini sağlayarak hastaneden çıkmasını sağlamaktan geçmektedir.
Olivia Multimilyoner şirket Massive Dynamic’ e karşı yürütülen soruşturmayı yönetirken, birlikte hareket ettiği Vatan güvenlik Temsilcisi Phillip Broyles (Lance Reddick) ve FBI ajanları Charlie Francis (Kirk Acevedo) ile Astrid Farnsworth (Jasika Nicole), Massive Dynamic’in hep kendi çıkarlarını düşünen şirket yöneticisi Nina Sharp (Blair Brown) un bu işte bir parmağı olabileceğini fark etmektedirler. Hatta uçuş 627’nin sadece gelişen sarsıcı olayların küçük bir bölümünü oluşturduğunu öğrenirler."

Çok önemli not: Benim beklentim çığ gibi olmasına rağmen beğendim diye sizin de beğenmeniz gerekmez pek tabii. Hatta belki de şu beklenti olayını minimumda tutmak gerek ama içimden geldi, yazdım gitti. En azından şöyle değerlendirebiliriz diziyi: asla ama asla vakit kaybı değil.

Nov 26, 2011

no prayer can ease the pain.

"Ve ben istedim diye olmazsın biliyorum ama ben de senin çok mutlu olmanı istiyorum."
Bu cümlenin birkaç gün sonra 3.yaşını dolduracak olması ve...
Çok fazla boşluk.
*

Nov 17, 2011

Bugün günlerden Perşembe.

Özleyeceklerimin, özlediklerimden de çok olacağını bilmek korkutucu. Hypnogaja bile nostaljik hissettirebiliyorken hem de. Kaç yıl oldu? 3 mü 5 mi?
Bence 40.
Zamanın bu kadar hızlı oluşu. Ürkütücü değil mi yani?

Bugün çözdüğüm bi' soruda yazar, "İçimde gerçek zamandan bağımsız akıp giden bir zaman var ve bunu size tarif edemem." diyordu. "Ben ona göre yaşıyorum."

Eğlenceli bi' şarkı koyayım bari.

Nov 11, 2011

Oct 16, 2011

Balığa ağıt.


şu yukarıda gördüğünüz şeye sahiptim bir -bilemedin birkaç- ay kadar önce. arkadaşım, kendisi için balık alırken "benim de olsun" mantığım devreye girmiş ve o hevesle kapmıştım bir tane. evde halihazırda bir akvaryumum var sanıyordum ama o taşınırken kırıldığı için çoktan atılmış. tabi çok saygıdeğer aile büyüklerim bunu bana söylemeyi atladığı için ben de fanus almayı atladım. durumu öğrenince balığı borcama koydum. ama boyu kısa geldi. balık rahat edemedi. şarap kadehine koydum (yukarıda). eni dar geldi. balık rahat edemedi. balık şarap kadehine çok şeker(!) minik kakalar yaptı. annemin içi rahat edemedi. en sonunda babam uygun bir şeyler bulup içine koydu. balık rahat etti. annemin içi rahat bir nefes aldı. düzenli olarak yem verdim. 2 gün falan. düzeni daha fazla devam ettiremedim. sorumluluk bana çok geldi. balık rahat edemedi. balık acıktı. annem yem verdi. annem çok yem verdi. balık yedi. balık çok yedi. ben rahat edemedim. babama suyunu değiştirelim dedim. babam sonra değiştiririz, daha temiz o su dedi. balık rahat edemedi. bütün bunlar neticesinde. balık öldü. ölmüş yani. görecek kadar düzenli yaşayamadım. balık, ona isim koymamı beklemeden öldü. balık, ben ona iyelik eki ekleyemeden öldü. hoşçakal balık. ben üzüldüm.

bir de bu aralar, kalbimle halletiğimizi sandığım sorunlarımız tekrar vuku buldu. sanırım yine doktor yolu göründü bana. ayrıca, manga okuma alışkanlığının bir dezavantajı olarak, karikatürleri de sağdan başlayarak okuyorum artık. beynim?

Oct 3, 2011

Sep 29, 2011

Kısacası huzursuzum.

Geçen gün otobüse, yürüme engelli bir adam bindi. İneceği yerde de her normal vatandaşın yapması gerektiği gibi "duracak" yazısının yanmasını sağlayan o kırmızı düğmeye bastı ve bir de ek olarak şoförden, tekerlekli sandalyesiyle inebilmesi için rampa denen o şeyi açmasını rica etti. Ama şoförün tam da o sırada yanındaki adamla konuşmak gibi çok önemli bir işi vardı ne yazık ki. Dolayısıyla rampa falan açılmadı. Adam, yine de bir umut "Kaldırıma çok uzaksınız, rampa açılmayacak." dedi. Şoförümüz oralı bile olmadı pek tabii. Otobüs tekrar yol almaya başladı. O sırada adamı duymuş olan ben de dahil birkaç kişi içten içe huzursuz olmaya başladık. Huzursuzduk ama bir şey de yapmıyorduk. En sonunda bir kadın "Duymadı mı acaba?" dedi, bir şey yapmamış olmanın verdiği huzursuzlukla. Neyse, sonuç olarak adam nihayet iki durak sonra inebildi. Tam inecekken o rampa denen şeyin, yine kaldırıma uzak olduğunu gördü ve şoföre söyledi. Şoför de "Araba parketmiş, kaldırıma yanaşamadım. Ben yardım edeceğim abicim sana." dedi ve cidden adama yardım etti. Adamı indirirken de kaldırıma yanaşmasını engelleyen, park halindeki aracın sahibine söyleniyordu. Hatta hepimizin duyacağı şekilde bağırıyordu: "Ayıp değil mi bu arabayı buraya parketmişsiniz?! Sizin yüzünüzden bir vatandaşımız mağdur oluyor burada!" Adamın indikten sonra yokuşu çıkışını huzursuzca izledim. Hâlâ huzursuzum. "En azından kendime bir pay çıkarabiliyorum." da yetmiyor bu defa huzursuzluğuma.

Bir de bu aralar, kimseye saygısı olmayan insanların bile herkesten saygı beklemesi; insanların, demokratik bir ülkede yaşadığımızın altını yüzlerce kez çizdikten sonra, fikirlerine sorgusuz sualsiz katılmamızı beklemeleri; yine demokrasiyi ve eşitliği savunan insanların hoşgörüden bihaber yaşamaları; değişik fikirlere bu derece kapalı olunması ve daha birçok şey fena halde canımı sıkıyor. Ama bunları buraya yazsam ne değişecek diyorum, susuyorum. Başka biri bunları konuşsak ne değişecek diyor, susuyor. Bir diğeri, bu böyle gelmiş böyle gider artık diyor, susuyor. Ve farkında mısınız bilmem ama hepimiz sürekli başkalarının bir şeyler yapmasını bekliyoruz. Ki en başından beri söylediğim gibi buna ben de dahilim. İşte bu defa öyle olmasın istedim. Bilmem anlatabildim mi?

Sep 21, 2011

Velhasıl kelam kendime bir yardımcı tutabilirim; başlıkları yazması için.

Bugün NTV Tarih almak için bayiiye girdiğimde, başıma geleceklerden elbetteki habersizdim. Fakat; CNBC-E Business ile gözgöze geldiğim o andan itibaren kendime gelemiyorum. NEDEN Mİ? Maalesef bu yüzden.

Ayrıca derginin hediyesiyle resmen aşk yaşıyorum. Dergi çalışanları, Unutulmaz Yeşilçam Şarkıları diye bir albüm derlemişler -sağ olsunlar-. Aralarında hatırlamadığım birkaç şarkıyı saymazsak, çocukluğuma dönmüş gibi hissettim. Ve fakat, makus talihim yüzünden geçen ayki sayıda verilen bu 2. albümün ilkini kaçırmış bulunmaktayım. Ama dert değil, bir yerlerden bulunur elbet.

Bir de Ajda Pekkan, ablası Semiramis Pekkan'a benzemek
için olmuş o kadar ameliyatı. Eğer beni de bir gün o ameliyat
senin bu estetik cerrahi uzmanı benim diye koşar  vaziyette
görürseniz bilin ki tüm amacım; bu kadına benzemek olacak!

Bu arada estetik cerrahi bana çil yapabilecek kadar da gelişmiş midir? Hoş, Maykıl'cığımı beyazlatacak kadar geliştiyse bana da yapay çil bulunur diye umuyorum.
Sevgiler, saygılar...

Sep 19, 2011

Bir annenin paranoyaları ve kızının talihsizliği. -Chapter 1-

Annem; "Hiçbir şey yemiyorsun, hasta olacaksın. Sonra yemek yemenin değerini anlayacaksın ama iş işten geçmiş olacak.", "İNANMIYORUM! Zayıflıktan iyice kemiklerin çıkmış.", "Uyanmakta güçlük çekiyorsun, doktora mı gitsek?" gibi cümleleri bol olan, mübalağa dalında çift master yapmış biri. Sürekli bir hastalık sahibi yapar durur beni. Mesela çok sık su içiyor oluşum, ona göre şeker hastası olduğumun bir göstergesi. Sonra gözlerimin içinin sarı oluşu -ki burada kendisi hayal kuruyor; gayet beyaz benim gözlerim- kansız olduğumun, kalbimin ara sıra ağrıması da zaten genlerimizde varolan bir hastalığın bende nüksedebilme ihtimalinin işaretçisi. (Anneannem kalp hastası ve biri anneme 3. veya 4. nesilde bu hastalığın tekrar ortaya çıkabilme ihtimalinden bahsetmiş de, iyi halt etmiş.)

Durum buyken ve annem, zaten başıma gelebilecek talihsiz hastalıklar konusunda yeterince paranoya sahibiyken; geçen gün dedem -belki de asrın hatasını yaparak- tansiyonumu ölçtü. Tabii yine annemin zoruyla. Ve korkulan oldu, tansiyonum 9a 4 çıktı. O günden beri de annemin yeterince sağlıklı olmadığım konusundaki endişeleri ciddi artış gösterdi. Her gün bir doktor lafı yapar oldu. Hayır, en son bu şekilde hastaneye götürüldüğümde; bir sürü gereksiz test yaptırmak zorunda bırakıldım, kollarım delik deşik oldu, gereksiz radyasyona maruz kaldım vs vs. Şimdi yine tarih tekerrür edecek sanırım. Ve ben "temiz" raporu alıp eve döneceğim. Annemin içine su serpilecek falan. Öyle.

Yarın da okullar açılıyor. Tabii benim açımdan değişen bir şey olmayacak. Yine de sevindirici bir şeyler var, artık bir adet uyku düzenine sahip oluşum gibi... 

Her neyse.

Sep 10, 2011

selam, ben hâlâ hayattayım da.

Bu yazı benim kadar "değerlendiremeyen" biri daha var mıdır diye düşünüyorum da... Resmen hiçbir şey yapmadım. Oysa hayatım adına çok önemli kararlar verdim. Vermiş olmam lazımdı yani. Ama onlar aslında hiç. Tamamen sallakafa -bu ne demek bilmiyorum şu anda uydurdum- seçimlerdi ve içleri çok boş. Her şeyin farkında olarak hiçbir şey yapmamak. Bu konuda cidden iyiyim.

Ayrıca, buraya bir şey yazmak da içimden gelmiyor. Sadece buraya da değil. Herhangi bir yere herhangi bir şey yazasım yok.
Bu defa da sadece yaşadığımı bilin diye yazdım zaten.
Siz yazın ama mutlaka, okuyorum ben.
Safe and sound dinleyelim mi?

yeni felsefem.

Sep 2, 2011

Dear mew.


Şimdi.
Sevgili Jonas'cığım, 
Sen şu yukarıdaki şarkıda dilediğin kadar "Are you my lady, are you?" demeye devam edebilirsin. Lâkin ben seni her dinleyişimde "aaay ay ay ay aaaay" diye anlamaya ve aynı şekilde eşlik etmeye devam edeceğim.
Sevgilerimle,
Neşe.

Sep 1, 2011

bazen bazı şarkılar ölsün istiyorum, bazen de bazı şarkılar uğruna ölebilmek.


Yazmam gereken uzun bir e-mail, çalışmam gereken dersler, bayramını kutlamam gereken insanlar, ikram etmem gereken şekerler, yenilenmeyi bekleyen yarısı soyulmuş ojelerim var. Sanırım ben bu defa uykuyu seçeceğim. 

Bir de şöyle bir şarkı var, şu alttaki yazı eşliğinde harika giden. (Okumaya niyetlendiysen, şarkıyı da aç lütfen. Çünkü bazen alakasız iki şey sadece birbiri için varolmuş gibi geliyor.)

"bir gün olacak, o sabah sağlıklı olarak bembeyaz çarşaflarda ve güneş ışığının doldurduğu ama size vurmadığı bir odada uyanacaksınız, uyandığınızda dışarıda araç sesi, sabahın köründe sizi arayan müşteri, çalışmanız gereken sınav, yetişmeniz gereken otobüs, yetiştirmeniz gereken proje iş vs. olmayacak hatta gelecek zaman içinde de olmadığını bilecekseniz, dışarıdaki insanların sorunları olmayacak veya olsa bile artık sizi ingilendirmeyecek, on dakika sonra ne yapıyor olacağınız sizi ilgilendirmeyecek ve o zaman bir kahve içeceksiniz, camdan baktığınızda dağ ve denizi aynı zamanda göreceksiniz."

"it's typical of you looking like you do, so typical of you love me like you do
you've got it all six seven times, you've got it all makes me feel so fine"

Aug 28, 2011

Les Amours Imaginaires


Bu filmi hâlâ izlememiş ve Xavier Dolan'a hayran olmamış biri kaldı mı?