Zaman geçtikçe bünyede zuhur eden o sanki hiçbir şeye vakit kalmıyormuşluk hissi, yine zaman geçtikçe daha da ağırlaşıyor sanki. Tüm bu keşmekeş içinde arada durup çocukken birlikte saatlerini, günlerini, haftalarını öldürmekten çekinmediğin insanlara bakıyorsun; hepsi bir yerlere yetişmeye çalışıyor sanki. Sonra dönüp kendine bakıyorsun, ulan aslında sen de çok meşgulsün. Öyle olman gerekir yani; çünkü senin de sürekli acelen var. Bir teslim bitiyor, hop öbür proje, proje bitiyor yok bok püsür. Ama aslında hiçbir şey yapmıyorsun. Ben en azından, bir şey yapıyormuş gibi hissetmiyorum. Bir sürü şey yapıyorken üstelik, hiçbir şey yapmıyorum. Az önce en son ne zaman tamamen keyif için okudum lan ben diye düşünürken Ejderha Dövmeli Kız'ın çizgi romanından geri gidemedim ki aylar oldu onu alalı. AYLAR. Aylar niye böyle geçiyo be.
Tüm bu zamansızlıkta (sarcasm alert) gönül rahatlığıyla vakit ayırmaktan çekinmediğim tek şeyin müzik oluşu ise azıcık da olsa tebessüm ettiriyor, mutlu hissettiriyor. Zaten şu ufacık mutluluktan da kendimi mahrum ettiğim gün, lütfen beni yakın.
Stoner Rock'ın hayatımda yeniden yükselişe geçtiği şu dönemde, tanışıklığımızın bir yıldan biraz uzun bir süre öncesine uzandığı bir gruptan bahsedeceğim: OM.
Benim derdim tasam yokmuşçasına üzüldüğüm bi' durum var -ki o da şu, grup kurucusunun gruptan ayrılması. Çok sevdiği bir grupta bi' üye değişse -hatta bırak değişmeyi, gruba yeni enstrüman eklense- beyni direk ambole olan insanım ben çünkü. "Nası ya siz şimdi nesiniz, hâlâ aynı grup musunuz şimdi artık nası eskisi gibi olcak ki nassı olur ya nassssssıı"lar ve dahası, anlatabiliyor muyum? Ha, bu durumun güzel kötü bir sürü örneği var, orası ayrı. OM da bence kesinlikle güzel örneklerden. Ansiklopedik bilgi vererek, sıkıcılaştırmak istemiyorum; çünkü onlara googlelayarak zaten ulaşabiliyonuz. AMMA, ikili olarak başlayan OM'un da bi' kırılma noktası var: Grup kurucularından Chris Hakius'un sonrasında gruptan ayrıldığı 2007 Kudüs konseri. Abi bi' konser 5 saatten fazla sürebilir mi?! Ciddi söylüyorum, çok sevdiğim bi' grupla bu kadar uzun süre aynı havayı solumuş olsam kafayı kırardım. Çok şükür, aşşırı sevdiğim gruplar genelde çok pahalı konserler veriyo da gidemiyorum. Yoksa neme lazım... Neyse, şaka bi' yana, bu konser de kaçırdığım için Onur Akın'ın klibindeki koyun gibi (*bkz.) kafayı kayaya gömüp intihar etme isteği uyandıranlar listemde ilk üçe oynar. Çünkü düzgün video kaydı da yok. Ha, yayınlanmış bi' live album var fakat AYNI ŞEY DEĞİL, hiç deyyyyil. Ama yetinmek için bi' teselli mi, teselli. Gerçi adamlar İstanbul'a da geldi, ben yine gidemedim. Evime falan bekliyorum herhalde.
Neyse, çok da fazla dağıtmadan........ Om için az önce güzel örnek falan demiştim. Onun sebebine gelelim. Single, EP ve live albumleri saymazsak toplamda 5 albümü var OM'un. 3'ü bu kırılma dönemi öncesine ait harika albümler, ikisi sonrasına. Ve gitgide güzelleşiyorlar. Her ne kadar Pilgrimage, ödüllü mödüllü yarmış albümleri olsa da favorim bu yüzden son albümleri: Advaitic Songs. Albümün her şarkısı ayrı ayrı birer başyapıt, ayrı ayrı eargasmlar ama öyle bi' şarkı var ki, ciddi anlamda dinlemekten en keyif aldığım şarkılar listesi yapsam kesinlikle es geçmezdim:
Bu arada, OM'dan konuşuyorken başka bir stoner rock harikası olan Sleep'ten bahsetmemek ayıp olur. Zira Al Cisneros ve Chris Hakius'un OM'dan önceki grubu kendisi. Gerçi stoner rocktan bahsediyorken Kyuss'tan bahsetmemek de biraz ayıp geliyor bana ama biliyorum ki bu işin sonu yok ve ben bu yazıyı yazmaya niye başladım ki zaten. Sabah bir sunumum ardından da bir teslimim varken üstelik. Yarın yine muhtemelen bambaşka hengamelerde kaybolmaya devam edicem ama aklımda her zaman sadece bunlar var.
Sadece müzik.
Az insan, çok müzik.
Haydin, sağlıcakla!
2 comments:
yaşlı gibi yazıyon
içi geçmiş gibi yazıyon
'az insan çok müzik' hayatımın kırılma dönemlerinde müziğe teslim etmişimdir kendimi; yine öyle bi dönemden geçiyorum. Teşekkürler.
-bugün pazar, hava güneşli.
Post a Comment