Nov 29, 2010

Güçlü görünmek veya güçlü olmak.

Sayın çok değişken ruh halime saygılar, sevgiler...
Tüm o boşuna kıskançlıklarım, ardından daha da gereksiz tartışmalar... Hepsinin sorumlusu benim, kabul ediyorum. Ama öyle lanet bir gururum var ki paramparça olsa da içim attığım adımı geri alamıyorum. Aslında itiraf tadında gitmeyi bırakıp, anlatsam daha iyi olacak.
En yakın 2 arkadaşımla konuşmuyorum bir süredir. Çocukluk yapıyorum, hatta şımarıklık belki de ama kırıldım işte dahası yok. Ve onlar bunu anlamak istemiyor. Boşlukları dolmuyor tabi ama eminim onlar bana bakınca "Hah sizsiz de ayakta duruyorum işte." diye bas bas bağıran birini görüyorlardır. Sanırım bu böyle sürüp gider... Beni neşelendirecek şarkıların aksine bunu dinliyorum bu aralar. Gözyaşlarımın işe yaradığı zamanlara dönmek istiyorum. Kendimle çeliştim yine, neyse ki zor zamanlar için saklamıştım bir iki gülücük. Dolaptan çıkarıp kullanma vakti geldi.

im Paris bluee, i miss youuu. im not good enough for you Paris blue. im no good, im no good, im no good, Paris blue. 

Nov 28, 2010

Heroes ve kahve falını bağdaştırabilen tek insanım, evet.

Kocamış kadınların yaptığı klasik kahve falı yorumu vardır ya, "Göz var kızım sende." şeklinde olan hani. Haklıymış onlar. Kahvede cidden göz çıkabiliyormuş. Ey teyzeler nineler, bugüne kadar sizi hor gördüğüm, inanmadığım, "Hadi len yeme beni." vb gibi yaptığım tüm yorumlar için özür diliyorum, lütfen beni affedin. Ayrıca çok güzel morardım, iyice görebileyim diye de kocaman çıkmış bir de utanmaz. Annem görünce "Aa! Patlatalım onu." diyerek parmağını  direk göz bebeğine daldırdıysa da bir fotoğraf çekinebildim kendisiyle.


Sağ tarafta görmüş olduğunuz ise fincandaki "Heroes". İlk gözüme çarpan detay buydu aslında. Başka da bir şey çıkmadı (ya da göremedim -ki bu, olması daha muhtemel bir seçenek), bunları da yorumlayamadım zaten. Sonuçolarak; bana fal baktırmayın.

Bugünkü başka bir konu da aşağıdaki klip. Coldplay'in şarkılarından çok kliplerini seviyorum ben. Bu da diğerleri gibi çok hoşuma gitti. Başlarda çok sıradan gibi gelse de insan orada olmak istiyor bu klibi izleyince.

Nov 25, 2010

N'olmuş yani?!

Şu suratları her daim asık, kafalarının üzerilerinde minik yağmur bulutlarıyla dolaşan insanlar var ya, hah! İşte tam da onlara sesleniyorum şu an. Hadi ama, cidden ne kadar kötü olabilir ki?!
Son günlerde azıcık bile mutsuz hissetsem, yaptığım tek bir şey var: beni neşelendirecek bir müzik açıp notaların tenimden geçişini hissetmek. İşe yarıyor. Tamam, ultra süper bir hayatım var denemez. Sürekli yanlış yazarım, klavyeyle kafayı yerim falan. Genele bakarsak, sıkıcı bile denebilir. Asıl mesele şu ki, bunların hiçbirinin umurumda olduğunu sanmıyorum.
Ne zaman "Tamam artık daha fazlasını taşıyamam." desekte taşıyoruz işte, ilginçtir. Çünkü her şeyin her zaman daha kötüsü var. Çünkü kötüler bitmek bilmiyor. Çünkü bu kadar olumsuzluk varken bile yaşamaya devam ediliyor. Çünkü çünkü çünkü çünkü... Çünküler asla bitmek tükenmek bilmiyor.
Ve sen! 7/24 bunalım modunda gezen insan, yeter artık! Ya dinle ve anla beni ya da git burdan.

Böyle de toplumsal mesaj veririm.
Gerçekten yeter artık, mutlu olun mutlu olun mutlu olun!

~
BirSüreSonraYapılanDüzenleme: "Fizikle evlenmek istiyorum." derken ciddiydim, hala da ciddiyim. Dün gece eve gelir gelmez uyuyakaldığım için yazılıya gram çalışamadım. Ve şimdi e-okuldan öğreniyorum ki, 97 almışım. Artık mutlu olmak için bir sebebim bile var üstelik.

Nov 22, 2010

mimim ben mim.

Şimdi şuna tıklayalım bakalım neymiş.

Evet, uzun zamandır o blog senin bu blog benim dolaşan mim sonunda bana da geldi. Size de gelmiştir muhtemelen bilirsiniz. Kitaplığın karşısına geçiyorsunuz, gözlerinizi kapatıp bir kitap alıyor ve 55.sayfadan bir paragraf seçip yazıyorsunuz. 
Tesadüfen seçtiğim bu kitabı, tartıştığımız bir günün ardından annem almıştı. Ve bir kişisel gelişim kitabı. Annem artık bana dayanamayıp bu yolla bir cevap vermek istedi herhalde. Herneyse işte kitap şu; Charles J. Sykes - Okulda Öğretilmeyen 50 Kural. Kitapta, maddeler halinde 50 kural var ve sonra da bunları teker teker örneklerle açıklamış yazar. 55.sayfadan bir paragraf seçip yazsam bir şey anlaşılmayacaktı, çünkü genelde belli bir olay anlatır birkaç sayfa boyunca. O yüzden ben de beğendiğim birkaç maddeyi seçip yazmaya karar verdim. 

-Babacığınız ne derse desin, siz bir prenses değilsiniz.
-Göbeğiniz o kadar da ilginç değil. Hayatınızı, onu inceleyerek geçirmeyin.
-Sürtük gibi görünmek, size yetki sağlamayacak.
-Alındınız mı? Ne olmuş, yani? Hayır, gerçekten. Ne olmuş?
-Pi, sizin ne düşündüğünüzü önemsemiyor.
-İneklere iyi davranın. Bir gün onlar için çalışmak zorunda kalabilirsiniz. Herkesin başına gelebilir.
-Kazananların, yaşam felsefeleri vardır. Eziklerin de öyle.
-Eğer kalçanız, kendi posta koduna sahipse, bunun sebebi McDonald's ın sizi tüm o Big Mac'leri yemeye zorlamış olması değildir. Eğer sigara içiyorsanız, bunun suçlusu Joe Camel da değildir.
-Ölümsüz değilsiniz.
-Siyah-beyaz filmlerde gördüğünüz insanlar, gerçek hayatta renkliydiler. Ve hayır, dünya dönmeye, siz doğduğunuzda başlamadı.
-Şu yaşadıklarınızı yaşayan ilk ve tek insan siz değilsiniz.
-Kusursuz değilsiniz, olmak zorunda da değilsiniz.
-Fırsatınız varken, keyfini çıkarın.
-Kendinize yaşamınızın öyküsünü anlatın. Bir amacınız olsun.
-Anne ve babanız, siz doğmadan önce, şimdi oldukları kadar sıkıcı değillerdi. Sizin faturalarınızı ödeyerek, sizi etrafta gezdirerek, eğitiminiz için para biriktirerek, odanızı temizleyerek ve sizin onlara ne kadar idealist olduğunuzu anlatmanızı dinleyerek böyle oldular.

Mimlediği için absolut'a teşekkürlerimi iletiyor ve mimi Serkan'a devrediyorum.

Nov 21, 2010

Harry Potter and Deadly Hallows


Geçen cuma Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'na gittik kuzenimle. Girişte 'Türkçe dublaj ve alt yazı seçenekleri ile' yazmasına rağmen alt yazılı yoktu! Ben de filmleri orijinal diliyle izlemeyi tercih ettiğim için "Madem öyle Testere7'ye ya da New York'ta Beş Minare'ye girelim, başka yerde alt yazılı bulur izleriz." dedim ama kuzenim hık mık edince mecburen girdik Harry Potter sırasına. Aman allahım ya o nasıl bir kalabalıktır! Gören de Daniel Radcliffe gelmiş sanır. Neyse, sıra geldi derken bu defa da yer bulamadık, 2-3 saat sonrasına aldık mecburen.
Alışveriş falan derken saatler çabuk geçti zaten. Filmin başlamasına son birkaç dakika kala gittik salona. Yanıma da "Allah benim cezamı versin, nereden de bu koltukları seçtim." dedirtecek bi çocuk oturdu. Filmin başında 13+ yazısı çıkınca "Ben 12'yim, demek ki izleyebilirim. 13 olsam izleyemezdim." diyen çocuğun bana rahat vermeyeceğini daha o an anlamıştım. Film boyunca da koluma çarpıp durdu, mısırını son ses ağzını şapırdata şapırdata yedi, Snape denilince Severus Snape, Harry denilince Harry James Potter dedi durdu. (Hoş, Dumbledore denilince, Albus Percival Wulfic Brian Dumbledore demediğine şükretmeliyim.) Aradan sonra annesiyle yer değiştirdiler ve kadında bana kıçını döndü oturdu da rahata kavuştum. 
Film güzel olmasına güzeldi ama Ron'u o adama seslendirmeyin n'olur! Size yalvarıyorum, çok sayın dublajdan sorumlu devlet bakanı! O çocuğa o ses ol-mu-yoooo! Yün kazağının üstünden bile kasları belli olabilen bir çocuğun "Ağğhh Heğğyii neğeye gidiyoğğğsun?" tarzı peltek cümlelerini kapkalın bir erkek sesiyle söylemesi sizce de antipatik değil mi? 
Harry'nin de 'Sersemlet'ten başka büyü bilmediğini düşünmeye başladım, iyi mi. 
Ayrıca yılanın oradan buradan aniden fırladığı sahneler gerilim filmlerini solda sıfır bırakacak türdendi. Resmen yerimden zıpladım. "Ulan arkadakiler gördü mü acaba? Rezil olduk millete." diye bile düşündüm ve iyice koltuğuma gömüldüm. Gerçi tanımam etmem bana neyse. 
Bir kez daha ayrıca, buradan Dobby'i öldüren acımasız senariste seslenmek istiyorum.
Çok sevgili koca kafalı insan, kitapta ölüyor olabilir belki -okumadım, bilmiyorum- ama uzak diyarlara yolla bir şey yap illa çıkması gerekiyorsa filmden. Buz Devri'nden sonra Harry Potter'ı da ağlama listeme eklemek zorunda değilsin. Zaten amacına da ulaşamadın, gözlerim dolunca yukarı baktım geçti. Boku bokuna gitti güzelim elf! 

kısacıkbi'not: Aslında blogda bu filmden bahsetmiştim ama sırf filme yönelik bir post olmadığı için kaldırıp yeniden yazmak istedim.


+ 96 cidden lanetli! Artık eminim. Yine 96'ya binmemizi söylediler ve istemeye istemeye de olsa bindik. Bir buçuk saatlik bir turdan sonra da bindiğimiz yere döndük, inip 97'ye bindik! Nefretimsin 96.

Nov 18, 2010

96'nın bitmek bilmeyen laneti!

Üstünden aylar yıllar geçti ama annem hala arkadaşımla kaybolmamızı unutmadı, her gelene inatla anlatmaya devam ediyor. Aylar yıllar dedim ama çokta geçmedi aslında, geçen bayramdı. Annemin bu azimle, günün birinde bu trajikomik olayı gelip buraya bile yazacağından korkarak ben anlatmaya başlıyorum.

Sonbahardayız demeye bin şahit gereken yazdan kalma bir günde arkadaşımla alışverişe gitmiştik. Korupark'a da daha önce hep arabayla gitmişiz, hiç otobüsle gitmemişiz. O gün de değişiklik olsun dedik, bindik otobüse. Neredeyse 1 buçuk saat boyunca Bursa'nın bilmediğimiz ne kadar yeri varsa dolandıktan sonra gideceğimiz yere vardığımızı farkedip fırlıyoruz ayağa. Ve şoförün aniden fren yapmasıyla arkadaşım kendini kucağında bebeği olan kadınla burun buruna buluyor. Kadının "Ezdiniz yavrumu aheeeyyy lelelele." tarzı yakarışlarını duymazdan gelerek otobüsten iniyoruz. Geziyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz, alışveriş yapıyoruz falan derken saatin de farkına varamıyoruz bu kadar iş arasında tabii. Saat 9 buçuk civarında çıkıyoruz ve durağa gidiyoruz koşar adım. Etrafta da aksi gibi kimsecikler yok. Yanımdaki pinpirikli insan her gelen geçene 'Bu beni çekse kolumdan götürse, tecavüz etse ne yaparım?' diyerek bakıyor, dahası düşüncelerini bana da söylemekten çekinmeyerek eski toprak beni bile korkutmayı başarıyor. Duraktaki birkaç kızı görünce allahtan biraz kendine geliyor yanımdaki hatun kişi ve başlıyoruz 96 numaralı otobüsü beklemeye. Beklenen araç 5 dakika erken geliyor ve biz 5 dakika kazandığımıza sevinerek biniyoruz. Biniyoruz binmesine de gidiyoruz gidiyoruz yol bitmek bilmiyor. Yanımdaki, sıkıntıdan ve arabadaki kişi sayısının azlığından da cesaret alarak, "Hadi gel demirlere tutunarak ayakta gidelim." diye ayağa fırlıyor ve başlıyor demire tutunup arabanın sarsılmasıyla oraya buraya savrularak -ve ilginç bi şekilde bundan haz duyarak, kahkahalar atarak- dikilmeye. 2 saate yakın zaman geçtikten sonra bizim ki işkilleniyor, "Ulan yanlış arabada mıyız acaba ya gidip sorcam ben." demeye başlıyor. Camdan dışarı bakıyoruz ki daha önce hiç geçmediğimiz yollardan geçmekteyiz. Bizi alıyor bir tırsıntı, soluğu şoförün yanında alıyoruz.

Yanımdaki- Şeyyy bişey sorabilir miyiz?
Şoför- He?
Yanımdaki- Daha çok gidecek miyiz, ne kadar kaldı terminale?
Şoför- İyi de bu araba terminale gitmiyor ki! (Burada nedensiz bir şekilde sinirlenen adam adeta kükrüyor.)
Yanımdaki (korkarak)- N-nasıl yani? 96 değil mi bu?
Ben- Evet, ben gördüm, 96 yazıyor sağ üstte.
Şoför- Kızım siz manyak mısınız? O arabanın modeli!!
Biz- o.O' :( :S :'((((
Şoför- Tamam, siz oturun ben sizi gittiğimiz yerden bindireceğim başka otobüse!

Biz adamın aşırı sinirlenmesinin ve kaybolduğumuzu anlamamızın şokuyla yerimize dönüyoruz. Yanımdaki paranoyak insan başlıyor senaryolar üretmeye;
-Düşün şimdi, ya bizi kaçırırsa? Arabada kimse de yok. Bizi kaçırsa, götürse kuytu bir yerlere, tecavüz etse n'aparız? Of allam neden geldik ki buraya ya?! N'apardın seni kaçırsa? Söylesene ha?
+Ya kızım manyak mısın nesin bi sus! Beni de korkutuyorsun, zaten saat olmuş gecenin 11 buçuğu.
-Olmayacak şey mi ama? Her gün haberlerde bir sürü böyle şey çıkıyor. Yok, olmayacak bu böyle. Ben gidip adama bir şekilde babamın polis olduğunu söyleyeceğim.
+Ya saçmalama be! Otur oturduğun yerde. Hem ne diceksin? "Şey pardon bakar mısınız? Benim babam poliste aklınızda bulunsun yani. Tabi, siz yapmazsınız ama hani benimki de laf işte, öylesine söylüyorum." mu diyeceksin?
-Yok yok valla gidiyorum ben, gittim hatta.

Diyor ve gidiyor adamın yanına. Ben de çekilecek çilem varmış diyerek takılıyorum peşine.

Yanımdaki- Şey yine rahatsız ediyorum ama ben babamı arasam mı?
Şoför- Niye arayacaksın kızım, gidiyoruz işte.
Yanımdaki- Offf çokta geç oldu. Iıııııııı şey ya. Heh. Ya benim babam polis, çok kızaaar! :(

Şoför zaten bize durduk yere bağırıyor, bi de bu konuşma üstüne iyice sinirlenerek;

-Ya kızım ne alaka babanın polis olmasıyla sinirlenmesi şimdi?!!! Git otur gidiyoruz işte durağa!

Biz yine çaresiz dönüyoruz yerimize. Tabi bizimki durur mu yine başlıyor söylenmeye:
-Hı hı, 5 dakika erken geldi araba, değil mi? Seviniyoruz bir de salak gibi ya aferin bize. Al işte kaç saattir yoldayız, boktan boktan yerlere geldik. Of allam ya eve gitmek istiyorum. bıdı bıdı bıdı bıdı tırıvırı zıttırı pıttırı...

Sonunda araba duruyor ve iniyoruz. Adam bize -yine kükreyerek- "Bizi Cevdet abi yolladı." deyin o anlar diyerek başka bir arabaya yolluyor. Gidiyoruz. Ama dertler bitmiyor, yanımdaki susmuyor.
"Neden öyle deyin dedi ki? Öteki adam nereden bilecek bizi? Aramadı da kimseyi? Acaba bunlar örgüt mü? Kaybolmuş kızları kaçır... Hiiiiiii! Yoksa organlarımızı mı çalcaklaaar?!!! Hayır, söylemeyelim onun yolladığını."

Öteki arabaya biniyoruz. Terminale varıyoruz. Saat almış başını gitmiş. "Ulan son arabayı kaçırdık mı acaba ya?" telaşı var ikimizde de. Ama yok, terminalin girişinde trafik sıkışmış, ilerlemiyor arabalar. Yanımdakinin "uff insek mi, koşsak mı, gitsek mi, napsak" diye söylenmesinden sıkılan adam kapıları açıyor ve "İsteyen inebilir." diyor. İniyoruz ve başlıyoruz koşmaya. Ne hikmetse tam bu an trafik açılıyor. Biz "neden biz yeaa" edasıyla bir yandan dudak büzüyor, bir yandan koşuyoruz. Tabi ne araba kalmış ne bir şey. Babamı arıyoruz ve başlıyoruz beklemeye. Terminaldeki satıcıların laf atmasına dayanamayarak dışarı oturuyoruz. Sonunda babam geliyor. Ve mutlu son. Eve gittiğimde de yanımdakinin yokluğunu aratmayan ve "Arabanın modeliymiş ha? heheheheheh. 'Babam polis, çok kızar' mı dedi gerçekten hahahahahahh hıhıhıhı hohohoho" diyerek gülme krizine giren bir anneyle karşılaşıyorum. Evet, hayatımın en güzel günü değildi ama çok eğlendim açıkçası.

***
Bu arada anneannemin annesi vefat etmiş. Bu yüzden babam ve dedem Bulgaristan'a cenazeye gittiler, anneannemin kalp ameliyatı olduğu için gitmesi sakıncalı, onu götürmediler ne kadar ısrar ettiyse de. Kuzenimle birlikte bizde kalıyorlar bu gece. İlk defa bütün kızlar toplandık modundayız. Anneannemin eski komşularının oğulları geldi, üniversiteye gidiyor ikisi de. Annem de kahve yaptı ve herkes kuyruğa girdi fal için. Anneannem de herkese fal bakmaktan sıkılmış olacak ki falımda gördükleri;
"Sen de göz var. Ama iyi, köpek çıkmış iyi, kuş çıkmış iyi. İyi iyi çok iyi. İstediğin olacak."

Bunları deyip kapattın ya anneannecim, eminim ki o falda çok daha fazlası vardı ama hadi yine senin dediğin olsun.:)

Nov 17, 2010

Herkesin her şeye bi' isyanı var nedense. Yönetimi beğenmiyoruz, bizim doğrularımıza göre hareket etmeyen insanları beğenmiyoruz, bizim yapamayacaklarımızı başarmış insanları kolaylıkla eleştirebiliyoruz, şimdiki bayramları bile beğenmiyoruz... Ve bu gibi birçok şey için gözü kapalı bir sürü tartışmaya girebiliyoruz. Ama düzelen hiçbir şey olmuyor. Biz ne kadar isyan edersek edelim, ne kadar beğenmemezlik yaparsak yapalım her şey aynı şekilde devam ediyor. Bunların çoğunu ben de beğenmiyorum ve özlediğim çok şey var, 'eskiden daha güzeldi' dediğim bi' dolu şey... Yine de sanırım en iyisi her şeyi olduğu gibi kabullenmek.

Boşverip dinleyelim;

Nov 16, 2010

Bayram bayram gördüğüm rüyaya bak.

Rüyamda ygs'ye girdim. Hem de dershanede. Sonra meğer ben geç kalmışım sınava. Yarısını falan anca yapabildim. Puanlar açıklandı. 158 geldi benim puanım. Barajda 160mış. Ben ağlaya ağlaya beni bi' daha sınav yapın diye müdürün odasının yolunu tuttum. Yalvardım yakardım ama sınav olamadım. Çok kötü bi histi ulan, asla yaşamak istemiyorum. Ders çalışma aşkı geldi resmen. Saçlarım da tutam tutam dökülüyo zaten, stresten midir nedir. Ne biçim iş anlamadım.

Nov 10, 2010

there are wounds that are not meant to heal at all

Bir insan bu kadar mükemmel bir şekilde detone olabilir. Resmen büyü bu, şarkı değil, ses değil, başka bir şey. In joy and sorrow'dan sonra en iyi akustiği bu bence; http://fizy.com/#s/1lydoo. Tanrım! Şu an sabit bir noktaya baksam gözlerim açık uyuyabilirim, o derece rahatladım! Aynı zamanda da içimde deli gibi bir ağlama isteği var ve Ville'de bu konuda hiç yardımcı olmuyor doğrusu. Sesiyle evlenmek istiyorum! Bir de şu resimde yakaladığım ve Barkın'ın "gamze değil o yaşlılıktan kırışmış" dediği gamzesiyle.


in venere veritas.

Normal bir gece olsa şu an dişlerimi fırçalıyor olurdum. Sonra odama gelir, alarmlarımı 06:40, 06:41, 06:42, 06:43 ve 06:45'e kurardım. Ardından yatar, klasikleşmiş hayallerimi tekrar tekrar kurarken uyuyakalırdım. Belki şanslıysam rüya görürdüm. Sabahta büyük ihtimalle alarm rüyamın ortasında 'let's fall apart together noooow' diye çalmaya başlardı. Sabahları Ville'nin sesiyle uyanmayı sevmeme rağmen küfrede küfrede alarmı ertelerdim. Ama bir dakika sonra öteki alarm devreye girerdi. Böyle bir kaç ertelemeden sonra uyandığımda ise gecikmiş olurdum büyük ihtimalle. O sabahki doğaçlama küfür seansının ardından koşar adım banyoya saç yıkama ritüeline giderdim. Hazırlanmak sanki bir önceki gün daha kolaymış gibi gelirdi. Her şey bittiğinde ise son bir kez aynada kendime bakar suratım asık ve yarı uykulu evden çıkardım.

Ama bu gece normal bir gece değil.

http://fizy.com/#s/1lydom

Nov 6, 2010

Kısa saç out, uzun saç in!

İ-NAN-MI-YO-RUM !

Bu resimdekinin benim alıştığım Emma Watson'la uzaktan yakından alakası yok! Kendisini her zaman çok güzel bulmuşumdur ama bu hali hakkında o kadar emin değilim. Tabi ki hala güzel ama sanki eski saçlarıyla daha seksiydi. Tamam, burada daha masum ve tatlı. Küçük bir çocuk gibi olmuş resmen. Ama eski halini tercih ederim. 
Büyük cesaret. Ben asla saçımı bu boyda kestiremem. Hatta saçımı bir daha kestirmeyi düşünmüyorum, çünkü kestirdikten sonra 1 hafta yas tutuyorum. Allahtan çabuk uzuyor saçım. En son yazın kestirdim. Dirseklerimin hizasında falandı kestirdiğimde. Şimdiyse belime yaklaştı. Uzun olduklarını gördükçe mest oluyorum sanki ya saç fetişi miyim neyim. Ve ayrıca kısa saç herkeste aynı etkiyi yaratmaz tabi ki ama tatlı mı seksi mi olmayı tercih edersin diye sorsalar, düşünmeden ikincisini seçerdim. 
Küçükken saçımı hep küt kestirirmişler gerçi ama bir keresinde bu resimdeki gibi yapmışlardı, kreşte de birisi "erkek gibi olmuşsun" demişti, çok bozulmuştum. Sanırım ondan fobi gibi bir şey oluştu ben de. O yüzden her daim uzun saç in, kısa saç out benim için.

İzlenmesi en zor film.

Bir önceki yazıda bahsettiğim filmi bugün izliyordum ki son 20 dakikada elektrik gitti. Anladım, en iyisi ben cd'sini falan alayım olmayacak bu böyle...

Nov 5, 2010

KENDİME İNANAMIYORUM !

"Önce dolsun, sonra izlerim." mantığıyla hareket eden ben, filmi açıp 2 saat dolmasını bekledikten sonra yarısına kadar izledim ve bloggera göz atmak için durdurdum. (aferin bana) SONRADA YANLIŞLIKLA SAYFAYI KAPATTIM!!! Kendime devasa boyutta bir özürlülük plaketi istiyorum. Aklıma da geldi aslında, ben sakarım, yaparım bunu dedim ama dinlemedim böhüüüee çok pişmanım. Nasıl koydu anlatamam ya.
Google chrome alacağın olsun. Orada 4982390578 tane sekme var, insan "kapatılmasını istiyon mu lan" diye sorar bir, di mi?!

Nov 4, 2010

veee 3 haftanın sonunda...

Babam, sonunda onunla muhatap olmadığımı fark edip, "Benimle neden konuşmuyorsun?" dedi. Sustum.

Nov 3, 2010

paint hatunlarım.

Canım sıkılınca paint'e sararım ben genelde. Bunlar da aptal saptal çizimlerimden bir kaçı.





Görüldüğü üzre çoğunu boyamaya üşeniyorum.